Bireysel silahlanma, suç makineleri ve çeteler, son dönemde yeniden gündemde. Çıkan olaylar, Türkiye'de her yıl binlerce kişinin yaşamına mal oluyor. Umut Vakfı'na göre silahlı şiddet olaylarında 7 ayda 1200 kişi öldü, 1960 kişi yaralandı
İstanbul Esenyurt'taki bir tekel bayisinde gerçekleşen silahlı saldırının yankıları sürüyor.
İki gencin öldürüldüğü olayda 3 şüpheliden biri yakalanabildi.
Bu olayın üzerinden çok geçmeden bu sefer adres Beyoğlu semti oldu.
Bir taksi şoförü, yolcularına açılan ateş esnasında hayatını kaybetti.
Kastamonu'da ise 3 kişi, tartıştıkları taksi şoförünü bıçaklayarak öldürdü.
"Suç işlesem bile nasıl olsa birkaç yıl yatar çıkarım" düşüncesi
Türkiye'de son yıllarda mafya suçları, çeteleşme, adam kaçırma, yaralama ve öldürme gibi olaylardaki artış, toplumsal tedirginliği artırdı.
Independent Türkçe'nin görüş aldığı isimlere göre silah bulundurmanın zorlaştırılması ve cezai yaptırımın artırılması şart.
Aksi takdirde pek çok suçlu, "Suç işlesem bile nasıl olsa birkaç yıl yatar çıkarım" düşüncesiyle hareket ediliyor, bu da caydırıcı olmuyor.
Uzmanlara göre silahlı vakaların önüne geçilmesi için ivedilikle hareket şart.
Veriler, özellikle silahlı şiddet olaylarının toplum güvenliğini ne denli tehdit ettiğini ispatlar nitelikte olduğunu gösteriyor.
Umut Vakfı'na göre, 2022 yılında medyaya 3 bin 984 silahlı şiddet olayı yansıdı.
Bu olaylarda 2 bin 278 kişi hayatını kaybetti, 4 bin 231 kişi de yaralandı.
Umut Vakfı: Silahlı şiddet olaylarında 7 ayda 1200 kişi öldü, 1960 kişi yaralandı
Bu yılın ilk 211 gününü kapsayan veriler de tehlikenin boyunu gözler önüne seriyor.
2023'ün ilk 7 aylık döneminde Türkiye genelinde 1938 silahlı şiddet olayı basına yansıdı.
Bu olaylarda 1200 kişi hayatını kaybederken, 1960 kişi de yaralandı.
Silahlı şiddet olaylarında 1653 silah kullanıldı. Bunların 397'sinde uzun namlulu silah dahil tüfek, 1187'sinde tabanca, 60'ında beylik silahları, 285'inde ise çoğunluğu bıçak olmak üzere kesici aletlerle gerçekleştirildi.
"Türkiye suç cenneti haline geldi, Teksas vari çatışmalardan ülkeyi yönetenler sorumlu"
Umut Vakfı'ndan Ebru İlke Bingör, 'Türkiye'nin suç cenneti haline geldiği' gerekçesiyle tepkili.
Bireysel silahlanma ve ona paralel olarak silahlı şiddet oranındaki artışa dikkati çeken Bingör, silah satıcılarının ülkede adeta at oynatır gibi hareket ettiğini ileri sürdü ve yaşananlardan iktidarı sorumlu tuttu.
"Mafya sokaklarda çatışıyor, evleri, işyerlerini silahla tarıyor" diyen Bingör, şunları söyledi:
"Baskınlar yapıyor, sokaklarda çatışıyor. Biz bireysel silahlanmaya 'dur' denilmesini, yasal düzenlemeler yapılmasını beklerken maalesef hiçbir şey yapılmayarak, 'cezasızlık' uygulanarak adeta silahlanma teşvik ediliyor. Sonuçta da olayların önü alınamıyor ya da alınmıyor. Ülkemizde bugün silahlanmadaki artıştan ve Teksas vari çatışmalar yaşanmasından ülkeyi yönetenler, silahlanmayı önleyici tedbirler almayanlar sorumludur."
"Genel aflar suça teşvik niteliği taşıyor"
Ebru İlke Bingör'e göre çıkarılan aflar da adeta suça teşvik niteliği taşıyor.
Türkiye'de sıklıkla genel af çıkarılarak tahliyelerin gerçekleşmesini ve son dönemde bu konunun bir kez daha gündeme gelmesini eleştiren Bingör, tepkisini "Zaten bir örtülü af söz konusu. 31 Temmuz'dan itibaren açık cezaevine geçmesine 3 yıl kalan bazı hükümlüler, açık cezaevine nakledilecek ve 3 ay sonra da tahliye edilecek!" ifadeleriyle dile getirdi.
"Ceza yaptırımı işlevini yitirdi, adalet sistemi caydırıcı olmaktan çıktı"
Şehirlerdeki çeteleşme, bireysel silahlanma ve ölümlü vakaların artmasına ve suçluların "birkaç sene yatar, çıkarım" rahatlığını ve yaşananların nasıl okunması gerektiğini akademisyen Özgün Emre Koç'a da sorduk.
Öncelikle ceza yaptırımının işlevini yitirdiğini yani adalet sisteminin caydırıcı olmaktan çıktığını ileri süren Koç, mevcut sistemin adi suçluları ya kovuşturmadan saldığını ya da çeşitli indirimlerle, hafifletici gerekçeler sunarak kısa sürede cezaevinden tahliye ettiğini belirtti.
"Yargı içindeki tarikat-cemaat ağları ve parti referansıyla işe alınmış olan..."
Yakın zamanda pandemi izni gibi bir gerekçeyle mahkumların ciddi bir kısmının salınmış olmasını da 'bu durumun iyi bir örneği' olarak niteleyen Koç'a göre diğer etken ise "kurumsallaşmakta olan kadın düşmanlığı".
Kadınlara yönelik şiddet vakalarında kolluğun ve yargının erkeği kayıran, yer yer soruşturmaktan ve cezalandırmaktan kaçınan bir tutum sergilediğine dair örneklerin çoğaldığını savunan Koç, bu duruma çocuklara yönelik suçları da ekleyerek şu yorumu yaptı:
Yargı içindeki tarikat-cemaat ağları veya parti referansıyla işe alınmış olan kadroların artışıyla bu örnekler çoğalıyor. Geçtiğimiz yıl Hiranur Vakfı'nda çocukluğundan itibaren yıllarca istismar edilen bir kadının açıklamalarıyla ortaya çıkan örgütlü bir örtbas etme girişimine tanık olduk. Bu olay münferit değil. Birçok başka örnek de gösteriyor ki adalet sistemi içerisine sızmış bir zihniyet bazı suç türlerini ve kişileri görmezden gelebiliyor."
"Büyükşehirlerin gettolarında denetimsiz, devletin ve hukukun olmadığı küçük iktidar alanları var"
Akademisyen Özgün Emre Koç'a göre üçüncü etken ise suç kültürünün bir alt-kültür ve kimlik inşasının parçası haline gelmesi.
Organize suç örgütü liderlerine af çıkarılması, kamusal aktörlerin, siyasilerin bunlardan övgüyle bahsetmesine işaret eden Koç; gayrimeşru, yasadışı işlerin sadece bugün değil, uzun yıllardır belirli ideolojik grupların finansal ve sosyal uzantısı halinde olduğunu söyledi.
Koç sözlerini şu ifadelerle sürdürdü:
Bu sosyal ağların, büyükşehirlerin gettolarında denetimsiz, devletin ve hukukun olmadığı küçük iktidar alanları var. Bu grupların her birinin öyle veya böyle siyasi ilişkileri var, aksi takdirde herkesin bildiği ama kimsenin müdahil olmadığı eylemlerini sürdüremezler.
Bu çeteleşmelerle ilgili en büyük sorunlardan biri uyuşturucu ticareti. Bahsettiğimiz suç ağlarının en önemli finansman kaynaklarından biri aynı zamanda. Son yıllarda uyuşturucu kullanımı yaygınlaştı, metamfetamin gibi uyuşturucu maddelere ulaşım kolaylaştı. Bunlar emniyetin yayınladığı narkotik raporlarında sabit. Uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması suç potansiyelini ortaya çıkarıyor."
"Devletin tepesinden tabana doğru dallanıp budaklanan bir hukukun dışına çıkma iklimi oluştu"
Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun "uyuşturucu satanların bacaklarını kırma talimatı verdim" şeklindeki açıklamalarının da konuya ne denli ciddiyetsiz yaklaşıldığının bir göstergesi olduğunu savunan Özgün Emre Koç'a göre bu açıklama bile başlı başına bir kamu görevlisini suç işlemeye teşvik anlamına geliyor.
Yine Soylu'nun "Siz gerekeni yapın, hukuk arkanızdan gelir" ifadesini de 'hukuksuzluğun devletin tepesinden teşvik edilmesinin en iyi örneklerinden biri' olarak gören ve bunun münferit olmadığını ifade eden Koç, devletin tepesinden tabana doğru dallanıp budaklanan bir hukukun dışına çıkma ikliminin oluştuğunu ileri sürdü.
Popüler kültür ürünleri ve siyasi söylemler yoluyla bu suç kültürünün normalleştirildiği yorumunu da yapan Koç, "Suç işleme eğiliminde olan kişi, kendini bir çoğunluğun ve hakim gücün parçası olarak görüyor. Bu psikolojik bir motivasyon yaratıyor, suç teşkil edecek eylemleri gerçekleştirmesi kolaylaşıyor. Son olarak kontrolsüz göç sorununun yarattığı güvensizlik, uzun namlulu silahlarla sokak aralarında çatışma görüntüleri gibi devletin kamu yararına bir asayiş düzeni sağlamaktan vazgeçtiği algısı da hukuk dışına çıkma eğilimlerini pekiştiriyor" şeklinde konuştu.
Bu olayların önünün nasıl alınabileceği, hangi adımların gerekli olduğunu da sorduğumuz Özgün Emre Koç, öncelikle bir yargı reformuna, kolluk ve yargı kadrolarının yenilenmesine ihtiyaç duyulduğunu ifade etti.
Koç, geriye dönük olarak birçok işlemin gözden geçirilmesi, ihmali olan kamu görevlilerinin soruşturulması ve gerekenlerin cezalandırılması gerektiğini söyledi.
Sadece yasa değişikliklerinin de yeterli olmayacağını, bunların fiile dönüşmesini sağlayacak kurumsal değişiklik ve insan kaynağı yenilenmesinin de şart olduğunu vurgulayan Koç, "Yargının kendini denetleyebileceği iç mekanizmaları güçlendirilmeli. Yargı üzerindeki kadrolaşma ve siyasileşme baskısı ortadan kalkmalı. Kolluk üzerindeki yürütme baskısı kalkmalı, adli kolluk uygulaması hayata geçirilmeli. Adli kolluk, siyasi iktidardan bağımsız olarak hukuku, yasaları ve anayasayı uygulama konusunda doğrudan yargı mekanizmasına bağlı olarak hareket edebilecektir. İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere kadına ve çocuğa yönelik şiddetin önlenmesine dönük uluslararası müktesebata geri dönülmeli, bunlar iç hukukun parçası haline getirilmeli. Elbette bunların yapılabilmesi için Türkiye'de ciddi bir siyasi zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Zira mevcut iktidar yapısı içinde bahsettiğimiz nedenlerle bu suç kültürünü yeniden üreten, teşvik ve himaye eden unsurlar mevcut" değerlendirmesinde bulundu.
Independent Türkçe