Sultan II. Mahmut aylardır her ayrıntısı üzerinde dikkatle çalıştığı planını daha Yeniçeriler ilk kazanı devirdiğinde devreye sokmuştu
Osmanlı Devleti'nin resmi gazetesi olan Takvimi Vekayi'nin 19 Rebiülevvel 1249 (6 Ekim 1833) tarih ve 68 numaralı nüshasında tuhaf bir haber yer alır.
Buna göre; Osmanlı'nın Tırnova kazasında halka hortlarklar/cadılar musallat olur:
Tırnova'da cadı türedi. Gün battıktan sonra evlere musallat olmaya başladı. Zahireye dair un, yağı, bal gibi şeyleri birbirine katar ve kâh içlerine toprak karıştırır. Evlerin yüklerinde bulduğu yastık, yorgan, şil te ve bohçaları didikler, açar ve dağıtır. İnsanların üzerine taş, toprak, çanak, çömlek atar. Birkaç erkek ve kadının da üzerine saldırmış. Teca vüze uğrayanlar çağrıldı, soruldu. 'Üstümüze sanki bir manda çökmüş sandık!..' dediler. Bu yüzden iki mahalle halkı evlerini bırakıp başka taraflara kaçtılar.
Kasaba halkı bu işlerin cadı denilen habis ruhların esiri olduğunda ittifak etti, İslimiye kasabasında cadıcılıkla tanınmış Nikola ismindeki adam Tırnova'ya getirildi ve 800 kuruşa pazarlık edil di. Bu adamın elinde resimli bir tahta vardı. Mezarlığa gider, tahtayı parmağı üzerinde çevirirmiş, mahut resim hangi mezara bakarak durur ise cadı o mezardaki ruhi habis imiş; yani o mezara gömülmüş olan mevtanın ruhu habis ruh olmuş imiş.
Büyük bir kalabalıkla mezarlığa gidildi, Cadıcı Nikola resimli tahtayı parmağı üstünde çevirmeye baş layınca resim, sağlıklarında Yeniçeri Ocağı'nın kanlı zorbalarından Ali Alemdar ile Abdi Alemdar'ın mezarlarına karşı durdu. Mezarlar açıldı. İki şakinin cesetleri yarım misli büyümüş, kılları ve tırnakları da üçer dörder parmak uzamış bulundu. Gözleri de açıktı, kan bürümüş kıp kırmızı, gayet korkunçtu.
O gün mezarlığa gitmiş olan bütün kalabalık bunu gördü.
Abdi Alemdar ile Ali Alemdar sağlıklarında her türlü fesadı irtikap etmiş, cana kıymış, mal yağmalamış, ırza namusa tecavüz etmiş; ocakları lağvedildiği zaman her nasılsa yaşlarına riayet olunarak cellada verilmemiş, ecelleriyle ölmüşlerdi. Sağlıklarında yaptıkları yetişmemiş gibi şimdi de halka ruhi habis birer cadı olarak musallat olmuşlardı.
Cadıcı Nikola'nın tarifine göre bu gibi habis ruhları def etmek için mezarları bulunup cesetleri çıkarıldıktan sonra cesetlerin göbeğine birer ağaç kazık çakılır ve yürekleri kaynar suyla haşlanır. Ali Alemdar ile Abdi Alemdar'ın da cesetleri mezarlarından çıkarıldı, göbeklerine birer ağaç kazık çakıldı ve yürekleri bir kazan kaynar suyla haşlandı, fakat hiç tesir etmedi.
Cadıcı, 'Bunları yakmak lazım gelir' dedi. Bu hususta şeran da izin verilebileceğinden ruhsat verildi ve iki şerir yeniçerinin mezarlarından çıkarılan cesetleri mezarlıkta bir odun yığını üzerine konularak yakıldı. Çok şükür kasabamız da cadı şerrinden kurtuldu.
Bu belgeyi ve Reşat Ekrem Koçu'nun ilgili yazısını okuyanlar devletin ciddiyetsizliğini yahut batıla/hurafeye nasıl saplandığını düşünür.
Oysa durum göründüğünden son derece farklı; çünkü mezardan çıkarılan sözde hortlaklar Abdi Alemdar ile Ali Alemdar isimli kişiler birer Yeniçeridir.
Bu olayı anlamak için Sultan II. Mahmut'un en önemli icraatı olan Vaka-i Hayriye'yi hatırlamamız gerekir.
İstanbul'da bir kıyım: Vaka-i Hayriye
II. Mahmut tahta çıktığı ilk andan itibaren Yeniçeri Ocağı'na bir düzen getirmek için defalarca ulema ve ağalar vasıtasıyla uyarılarda bulundu.
Oysa ocağın hem nüfusu hem de azgın davranışları günden güne artmaya devam etmişti.
Asayişten sorumlu olan askerler sokak ortasında kadınlara ilişiyor, esnafı haraca bağlıyor; hatta yasak olmasına rağmen şehrin en güzide dükkânlarına el koyarak işletmeye çalışıyordu.
İstanbul'a bir sis gibi çöken Yeniçeri eşkıyalığı tüm kenti esir almış durumdaydı.
Osmanlı Devleti, İstanbul'da hayatın durması sebebiyle hem taşraya müdahale edemiyordu hem de dış politikada adım atamaz hale gelmişti.
Mora Adası'nda çıkan isyana dahi müdahale edemeyen merkezi otorite, büyük imtiyazlar vererek ancak Mısır Valisi Kavalalı'yı isyanı bastırmaya göndermişti.
II. Mahmut, İstanbul'u felç eden bu kangrenin artık ıslah olmayacağından emin olmuştu, bütün bir bedeni öldürmeden önce yapılacak tek çare kesip vücuttan atmaktı.
Harekete geçen Sultan, kendisine yakın devlet adamları ve komutanlarla gizli bir plan yaptı.
Buna göre önce ocağın kritik isimlerini görevden alacak ve kendisine bağlı isimlerin terfilerini hızlandıracaktı.
Sultan II. Mahmut aylardır her ayrıntısı üzerinde dikkatle çalıştığı planını daha Yeniçeriler ilk kazanı devirdiğinde devreye sokmuştu.
Anadolu'dan getirilen birlikler Boğaz'da usulca gemilerden inmeye başlamıştı, Yeniçerilere destek vermeyi reddeden topçu birlikleri Sultan'ın yanında saf almıştı ve en önemlisi tüm İstanbul ahalisi o gün Yeniçeri belasından kurtulmak üzere meydanda toplanmıştı.
Silahı olan ahali silahıyla gelmiş, olmayanlara da cephanelerden silah dağıtılmıştı.
Şeyhülislam Kadızade Tahir Efendi'nin Yeniçerilerin katline izin veren fetvasının kalabalıklara ilan edilmesiyle büyük operasyon başladı.
Devlet dairelerini basan, konakları dağıtan Yeniçeriler yağma hırsıyla öylesine kendilerinden geçmişlerdi ki büyük operasyon başladığında dahi yaşanan gelişmeyi tam olarak kavrayamamışlardı.
Sultan İkinci Mahmut kendisi için de bir beka savaşı olduğunu bildiği bu operasyona bizzat katılmış, Sancak-ı Şerif'i çıkarttırarak operasyonu yönetmişti.
İngiltere Elçisi Stratford Canning'e göre, 40 bin Uzunçarşılı'ya göre 100 bin Yeniçeri askeri ya öldürüldü ya da tutsak alınarak sürgün edildi.
Devletin en büyük ordusu olan Yeniçeriler ortadan kaldırıldıktan sonra yerine Asâkir-i Mansûre Ordusu kuruldu. Bu ordu, modernizasyonunu tamamlamış Avrupai tarzda düşünülmüştü.
Elbette böylesi büyük bir ordu çok kanlı bir şekilde yok edildikten sonra halktan gelebilecek tepkilerin önünü kesebilmek için "Yeniçeri lanetlemeleri" başladı. Ülkedeki tüm kötülüklerin sebebi olarak Yeniçerilerin taşkınlıkları gösterildi.
Tam bu noktada Tırnova'dan gelen "Yeniçeri Hortlakları" haberi hükümetin menfaatlerine yarar sağlayan bir içeriğe sahipti.
Dönemin önemli vak'anüvislerinden Ahmet Lütfi Efendi gibi tarihçilerin bu hadiseyi görmezden gelmelerinin altında yatan sebepte tam olarak buydu.
Devlet mekanizması ideolojik aygıtını harekete geçirebilmek adına bir hurafeden yararlanmaktan dahi çekinmiyordu.
İslam aleminde er-Râzî, İbn-i Sinâ, İbn-i Rüşd gibi önemli bilim insanları inme ve damar tıkanıklığı gibi hastalıklar sebebiyle öldüğü düşünülen kişilerin gömülmeden önce üç gün bekletilmesini tavsiye ederek bu kişilerin tekrar hayata dönmesini tıp biliminin sınırlarında değerlendirmişti.
Bu yorum Müslümanlar arasında hortlak anlayışı yerine hayata dönen kişiye Allah'ın bir lütfu ve ikinci bir şans verildiği inancının hâkim olmasını sağlamıştı.
Halkın sözlü kültüründeki sınırsız kaynağı ele almanın ise bu satırlar dairesinde imkânı dahi bulunmuyordu.
Devletin, hele ki Osmanlı modernizasyonunun kurucu figürü Sultan İkinci Mahmut Döneminden resmî gazete gibi önemli bir yayın organı/kaynağı kullanılarak bir hurafeden hareketle meselenin ele alınması paranormal bir olaydan ziyade siyasi propagandanın sonucuydu.
Bu ve benzeri olaylar özellikle Rumeli'de cereyan etmesi tesadüf değil. Osmanlı tarihini incelediğimizde gerçeküstü vakaların çoğunlukla Rumeli bölgesinde meydana geldiğini görüyoruz.
Bu vakaların sayısının bu denli fazla olmasının sebebi bölgede yaşayan Türkleri bölgeyi terke zorlamak olduğu da farklı bir bakış açısı olarak karşımıza çıkıyor.
Independent Türkçe