İstanbul’da 1 Ocak’ta düzenlenen “Şehitlerimize Rahmet, Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet” yürüyüşünde üzerinde “kelime-i tevhid” yazılı bayrak taşıyan kişiye saldırılmasıyla “hilafet bayrağı” tartışmaları başladı.
Peki, “hilafet bayrağı” nedir? Hilafet makamını sembolize eden bir bayrak tarihte hiç kullanılmış mıdır? “Kelime-i tevhid” yani Arapça “Lâ ilâhe illâllah Muhammedü’r- Resulullah” (Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun resulüdür) yazılı bir bayrak hilafeti temsil etmiş midir?
BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan tarihçi ve yazar Necdet Sakaoğlu, “Osmanlı Devleti'nin ilk resmi bayrağı III. Selim’in padişahlığı zamanında Nizam-ı Cedid’in (Yeni Düzen) getirdiği bir yenilik olarak 18. yüzyılın sonundan itibaren kullanılmaya başlandı” diyor ve ekliyor:
“Osmanlı padişahlarının halifeliği hiçbir zaman bayrak, sancak ya da tuğrayla temsil edilmedi. Hilafet bayrağı diye halifelik makamını temsil eden bir bayrak hiçbir zaman kullanılmadı.”
Peki ya Osmanlı öncesi?
Tuğlar ve Peygamber’in sancağı
Eski Türkçe kaynaklarda savaşlarda ucuna bir bez parçası ya da hayvan kuyruğu takılarak kullanılan mızrak olarak geçen bayrak, topluluk veya askeri grubun sembolüydü.
İslamiyet öncesi ve sonrası Türklerde de devlet ileri gelenlerinin, komutanların, askeri birliklerin bayrakları vardı.
İslamiyet öncesinde manevi değer taşıyan hayvan şekillerinin yanı sıra kullanılan ay, yıldız ve güneş; İslamiyet sonrasında da sancaklara taşındı. Bunlara Zülfikar (çift uçlu kılıç) gibi eklemeler geldi.
Tarihçi Sakaoğlu, Osmanlı padişahlarının, imparatorluk sembolü olarak gittikleri yere dokuz tuğ (tepesinde at kuyruğu bulunan, altın uçlu mızrak) taşıdıklarını belirtiyor. Tuğ, bir nevi askeri güç sembolüydü. Dokuz tuğun altında rütbelerine göre vezirlerin tuğları olurdu.
III. Selim zamanında al zemin üzerine ay ve şualı ilk resmi bayrak kullanılmaya başlanmadan önce resmi olarak, sefere giderken tuğlar çekiliyordu.
Yeniçeri birliklerinin ve deniz kuvvetlerinin flamaları vardı. Ancak resmi ve genel değildi.
Öte yandan Sakaoğlu, Muhammed Peygamber'in kullandığına inanılan Sancak-ı Nebevî’den bahsediyor. Topkapı Sarayı’nda Kutsal Emanetler arasında saklanan bu siyah bayrak, zamanla eskimiş ve parçalanmıştı.
“Yenileri yapılıp yerine kondu. Padişah sefere gideceği zaman dokuz tuğ ve Sancak-ı Nebevî saray kapısının dışına asılırdı. Bu, halka ‘Ordu savaşa çıkacak’ demekti. Manevi kuvvet olarak savaşa götürülürdü ama tabii artık orijinali değildi. Birliklerin ayrı sancakları da vardı”.
Sakaoğlu, halifeliği temsilen bir bayrak olmadığı gibi halifenin bayrak çekme gibi bir görevi de bulunmadığı belirtiyor: “Abbasiler döneminde Abbasi halifeleri büyük cami yapan hükümdarlara, siyah ve üzerinde fetih ayetleri yazan bir bayrak gönderirlerdi. O halifenin hükümdarı meşru saydığına dair bir simge idi. Daha sonra Selçuklu ve Anadolu beyliklerinde de devam etti. Bu bayraklar Osmanlı öncesidir, müzelerimizde de vardır”.
Son Halife II. Abdülmecid’in sembollerin değerini bilen biri olduğunu belirten Sakaoğlu, “Ama hilafeti temsilen bir bayrağı hiç olmadı. Vahdettin’in de yoktu” diyor.
Halife sıfatı nasıl kullanıldı?
Sakaoğlu, “Osmanlı padişahının halifeliği de Küçük Kaynarca Antlaşması’nın (1774) ardından imzalanan Aynalıkavak Tenkihnamesi (1779) ile tahtta I. Abdülhamid varken ilk defa vurgulandı” diyor. Ondan önce Osmanlı padişahlarının künyesinde halife lafının olmadığını belirtiyor.
Hatta bunu, anlaşmaya katılan yabancıların, Osmanlı’yı bir de o yönden baskı altına almak için önerdiğini belirten Sakaoğlu, “Osmanlı padişahını, İslam ülkelerinde çıkan karışıklıklar için de sorumlu tutmak için konmuş bir tuzaktır” diyor ve halifeliğin resmi bir anlamının olmadığını da ekliyor:
“Yarı resmi, yarı dini belgelerde halife sözü her zaman yalnız Osmanlı değil başka beyler, sultanlar tarafından da kullanılmıştır. Hazreti peygamberin kurduğu dine yardımcılık eden anlamındaydı, resmi bir anlamı yoktu”.
Padişah tahta geçtiğinde düzenlenen tören olan cülusun da camide değil sarayda yapıldığını vurgulayan Sakaoğlu, “Padişah olarak hitap edilirdi, halife hazretleri denmezdi” diyor.
“Halifeliğin en büyük göstergesi siyah sarık sarmaktı. Bütün Abbasi halifelerinin başında siyah sarık vardı. Bizimkilerde ise beyaz sarık, beyaz kavuk. En son ise fes giyildi”.
Piyasada dolaşan “hilafet bayrakları”
Osmanlı İmparatorluğu'nda da ordu ve donanma birliklerinin flamaları vardı.
Bugün bunların bir kısmı Deniz Müzesi, Topkapı Sarayı, Askeri Müze gibi yerlerde bulunuyor.
Askeri Müze Bayrak ve Sancak Koleksiyonu’na göre, Osmanlı’da kullanılan ilk bayrak Selçuklu sultanının Osman Gazi’ye gönderdiği “ak sancaktı”. Ancak örneğin 1353’te Rumeli’ye geçiş sırasında gemilerde kırmızı sancak vardı.
Yavuz Sultan Selim’e ait olduğu düşünülen Topkapı Sarayı Müzesi Envanter kayıtlarında bulunan kırmızı sancakta, ortasında “Allah” ve “Ya Burhan” yazan bir Zülfikar'ın yanı sıra Fetih Suresi ve “kelime-i tevhid” de bulunuyor. Ortasında Zülfikar olan, yine “kelime-i tevhid” ve fetih suresi yazılı, dört halifenin isimlerinin de bulunduğu yeşil sancak ise Barbaros Hayrettin Paşa sancağıydı ve Deniz Müzesi bünyesinde.
Yani bazı Osmanlı padişahları, vezir ve paşaları da “kelime-i tevhid” ve ayetlerin yazılı olduğu, güneş, ay, yıldız, Zülfikar bulunan sancaklar kullanıyordu. Ancak Sakaoğlu’nun belirttiği gibi bunlar resmi bayrak olmadığı gibi halifeyi temsilen de kullanılmıyordu.
Son olarak yeşil zemin üzerine kelime-i tevhid yazılı ve Zülfikar bulunan bayrak, Suudi Arabistan’ın resmi bayrağı olarak kullanılıyor.
Sakaoğlu, “Sonra bu yeşil zemin üzerine kelime-i tevhid yazılı bayrak savaşlarda kullanılır oldu. Ama bu doğru değildir. Ayak altında kalır, karşı taraf yırtar, hakaret eder. Onların cephe arkasında tutulması gerekir” diyor.
Hilal ve yıldızın bir arada kullanılması ise bilinen kaynaklara göre 16. yüzyılda, III. Mehmet döneminden itibaren başlıyor. Bu döneme ait Avrupa kaynaklarında da Osmanlı ordusu ay ve yıldızın bir arada olduğu, güneş ve Zülfikar motiflerinin bulunduğu gravürler var.
Nizam-ı Cedid'le resmileşen kırmızı zemin üzerine ay ve yıldız, İkinci Meşrutiyet döneminde artık dikdörtgen şeklinde bir bayrak ve beş şualı halini alıyor.