2030'da 1 milyardan fazla kişinin biyologüçlendirme yoluyla zenginleştirilmiş ürünler tüketeceği tahmin ediliyor
Sebzelerin uzun yıllardır besin değerlerini kaybetmesi nedeniyle bu kaybı giderecek yollar aranırken 1990'lardan beri uygulanan bir yöntem öne çıkıyor: Biyogüçlendirme.
İklim krizi ve atmosferdeki karbondioksit seviyesinin artışı gıdaların besin maddelerini kaybetmesinde kayda değer bir rol oynuyor. Örneğin 2018'de yapılan bir araştırmada yüksek karbondioksit seviyelerinin pirinçteki protein, demir ve çinko içeriğini azalttığı ortaya konmuştu.
Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü'nde (IFPRI) program yöneticisi olan Prateek Uniyal da "iklim değişikliği nedeniyle demir ve çinkonun aşırı yağış, soğuk hava ve fiziksel hasar sonucu yüzde 30-40 oranında azaldığını" söylüyor.
Bu sorunların çözümü için önerilen biyogüçlendirmede besinler doğrudan tohuma eklenerek gıdalar zenginleştiriliyor. Öte yandan özellikle ABD'nin endüstriyel gıda sisteminin 1920'lerden beri parçası haline gelen besin güçlendirme yönteminde besinler, ekinler büyüdükten sonra ekleniyor. Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Tarımsal Araştırma Danışma Grubu biyogüçlendirmeyle besin değeri artırılmış ürünlerin geliştirilmesini, gıda güvenliğinin sağlanmasında önde gelen hedefleri arasında sayıyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün 2018 tarihli raporunda belirtildiği üzere biyogüçlendirmeyle zengişleştirilen gıdaları tüketmenin anemiyi tersine çevirdiğini, gece körlüğünü ve ishali azalttığını ve bilişsel ve fiziksel performansı iyileştirdiğini gösteren hakem denetiminden geçmiş kanıtlar mevcut.
Biyogüçlendirmede gıdanın genetiğinin değiştirilmesi, besin açısından zengin gübreler kullanılması, toprak ıslahı ve bitki ıslahı gibi yöntemler kullanılıyor. İstenen özelliklere sahip türler elde etmek için bitkilerin insan eliyle eşleştirildiği bu son yöntemde, yeni bir türün ortaya çıkması yıllar sürebiliyor.
IFPRI bünyesinde faaliyet gösteren HarvestPlus, halihazırda var olan bitki genlerine dayanan bitki ıslahı yönteminin biyologüçlendirmenin en sürdürülebilir yolu olduğunu öne sürüyor. 30'dan fazla ülkede faaliyet gösteren ve sadece temel besin maddesi olan ekinler üzerine çalışan kuruluş, 2030'da 1 milyardan fazla kişinin biyologüçlendirme yoluyla zenginleştirilmiş ürünler tüketeceğini tahmin ediyor.
2017'de Zimbabve'de hükümet desteğiyle başlatılan programla, biyogüçlendirmenin benimsenmesiyle iklim değişikliğinin olumsuz etkileri ve yetersiz beslenme azaltılmıştı. Biyogüçlendirmeyle ilgili yanlış kanıların giderilmeye çalışıldığı programda yaklaşık 20 bin kişiye eğitim verildiği aktarılmıştı. Çiftçilere ekinlerin lezzeti ve besin maddelerinin korunması üzerine verilen eğitimlerin yanı sıra tarım uygulanmalarının erken yaşta benimsenmesi için okullarda da çalışmalar yürütülmüştü.
20. yüzyılın ortalarından sonlarına kadar çoğunluğu sebze olan 43 gıdanın besin maddelerinde belirgin bir azalma görüldüğünü kaydeden 2004 tarihli bir araştırmayı yöneten Donald Davis, bu yöntemin önündeki engellere dikkat çekiyor:
Biyologüçlendirmenin sınırlamalarından biri, bitki başına bir veya belki iki besin maddesine odaklanması fakat besin maddesinin azalması, aynı anda birçok besin maddesini etkileme eğiliminde.
Ayrıca biyogüçlendirmede hedeflenen pirinç, buğday ve mısır gibi temel gıdaların tarihsel ıslah uygulamaları nedeniyle asgari düzeyde genetik çeşitliliğe sahip olduğu ifade ediliyor. Bu durumun biyogüçlendirmede kullanılabilecek ürün yelpazesini daraltması da engeller arasında görülüyor.
Lafayette College'da çevre çalışmaları alanında öğretim görevlisi olan Benjamin Cohen ise biyogüçlendirmenin sorunu çözmekten ziyade yara bandı işlevi gördüğünü belirtiyor.
Cohen, "Biyogüçlendirmeyi teşvik etmek büyük ölçekli ve sermaye yoğun tarım olmasa var olmaması gereken bir sorunu çözmeyi öneriyor. Aynı tarımsal süreçlerin biyogüçlendirmeyle daha da kökleşmesi muhtemel" diyor.
Independent Türkçe