Depremde enkazdan kurtarılan, yakınlarını kaybeden, evini ve eşyalarını kaybeden, arama-kurtarma çalışmalarında görevli olan, gönüllü olarak yardıma giden ve olanları uzaktan takip eden herkes depremin etkisini hissetmeye devam ediyor.
Birçok kişi daha önce deneyimlemediği duyguları yaşıyor ve bu duyguların uzun vadede hem bireylerde hem de toplum genelinde ne tür izler bırakacağı sorgulanıyor.
Afetler üzerine çalışan sosyal psikologlara göre afet denen şey soyut ve tarafsız bir olgu değil, siyasi bir olay.
Yani doğal olan afetin bir felakete dönüşüp dönüşmeyeceğini ve yaşanan travmanın etkilerinin ne kadar büyük ve derin olacağını belirleyen aslında önceden alınmış olan, bireylerin ve toplumun yaşantısına dair hizmetlerin nasıl organize edildiğini belirleyen siyasi kararlar.
Bu kararlar, afet anında tahribata neden olan yerleşim biçimlerinden arama-kurtarma müdahalelerine, sağlık hizmetlerinden depremden etkilenen kişilerin barınma ihtiyaçlarını giderebilecek altyapıya ve onların topluma yeniden entegrasyonunu sağlayan yardım mekanizmalarına kadar etkisini gösteriyor.
BBC Türkçe’ye bu haber için katkı veren, depremin ilk gününden itibaren sahada bulunan ve oradaki insanların durumu ve ihtiyaçları doğrultusunda yardım sağlamak için örgütlenen ruh sağlığı uzmanları da afet sonrasında kısadan uzun vadeye kadar her aşamada en koruyucu ve onarıcı etmenin sosyal destek olduğunu söylüyor.
Bir diğer deyişle, insanların başına bir olay geldiğinde nasıl bir destek sistemi içerisinde bulundukları psikolojik sağlıkları açısından belirleyici oluyor.
'İnsanlar tekrar tekrar travma yaşadı'
Uzmanlara göre afetten sonra ilk etapta beslenme, barınma, ısınma, bulaşıcı hastalıklardan korunma gibi temel insani ihtiyaçların karşılanması ve güvende olma duygusunun en kısa sürede sağlanması hayati.
Bununla birlikte kişinin yalnızlık ve çaresizlik duygularına kulak veren, yaşadığı psikolojik belirtilerin rasyonel olduğunu ve bir süre sonra azalacağını gösteren psikososyal destek hizmetlerinin hazır olması öncelikli.
Uzun vadede ise hayat rutinlerinin yeniden oluşturulması, çocukların okula dönebilmesi, yetişkinlerin çalışabilmesi, maddi kayıpların telafisi, toplumsal dayanışma imkanlarının var olması, devlet ve kamu kaynaklarının organizasyonu ve etkilenen kesimlere ulaştırılması önemli.
Uzmanlara göre bunların hepsinin vakitlice, adil ve eşit bir şekilde sağlanması ortaya çıkabilecek psikolojik belirtileri ve etkilenme düzeylerini belirliyor.
Türk Psikologlar Derneği Travma, Afet ve Kriz Birimi’nden Klinik Psikolog Dr. Aslı Akdaş Mitrani, 6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinde bu temel ihtiyaçların sağlanmasında gecikmeler olduğunu söylüyor:
“Bölgede yaşayanlar tekrar tekrar travmatize oldular ve ciddi bir nüfus halen sarsıntıları yaşamakta. Şu an yaşadığımız büyük afet düşünüldüğünde maalesef risk unsurlarının birçoğunun geçerli olduğunu söylemek yanlış olmaz.”
Kimler, nasıl etkileniyor?
Uzmanlar böylesine yıkıcı bir olaydan sonra korku, endişe, şüphe, öfke gibi duyguların çok derin ve yoğun yaşanabileceğini ancak ‘psikolojik bozukluk’ tanımını zorunlu olmadıkça kullanmadıklarını ve afet sonrasında, özellikle erken evrelerde terapi ve ilaç tedavilerinden kaçındıklarını paylaşıyor.
Dr. Mitrani, afetten sonra birçok kişinin zamanla sağlığını toparladığını, ancak bazı kişilerde uzun dönemli kronik sorunlar olabileceğini söylüyor:
“Olay sırası ve hemen sonrasında, dehşet, ölüm korkusu, aşırı hareketlilik ile donakalma ve hissizlik, çaresizlik, keder, korku, suçluluk duygusu, yiyip içememe, temel bedensel ihtiyaçları gidermede zorlanma, odaklanamama, uyuyamama, irkilme, çevreye ve kendine yabancılaşma hissi gibi bize anormal gelebilecek tepkiler veririz.
"Ancak bu anormal gördüğümüz, anlam vermekte güçlük çektiğimiz tepkiler, zihnimizin, sinir sistemimizin baş etme ve hazmetme çabası olarak görülmeli. Yani akıl sağlığımızı kaybediyor olduğumuzu, anormal tepkiler verdiğimizi değil, tam tersi sürecin olması gerektiği gibi aktığını gösterir.”
Mitrani, travma belirtilerinin bir aydan uzun sürmesi ya da ilk birkaç haftada görülmeyip daha sonra ortaya çıkması ve zamana yayılarak kişinin yaşam kalitesini ciddi şekilde etkilemesi durumunda tedavinin gerekli olabileceğini aktarıyor:
“Kişinin işlevselliği ve yaşam kalitesi ciddi biçimde etkileniyorsa, kişiler bu etkileri sınırlamak veya bunlardan kaçınmak için belli etkinlik, yer, davranışlardan sakınmaya çalışıyor, hayatlarına dönemiyor, alkol, sigara ya da diğer maddeleri kendilerini yatıştırmak amaçlı kötüye kullanıyor, sürekli gergin, sinirli hissediyor veya bir türlü yatışamıyor ve gevşeyemiyorsa travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) dediğimiz bir psikolojik sorun baş göstermiş diyebiliriz.
"Orta ve uzun dönemde, kimi zaman müdahale edilmediğinde yaşam boyu kronik seyir gösterebilecek psikolojik rahatsızlıklar arasında depresyon, kaygı bozuklukları, TSSB ve alkol-maddeyi kötüye kullanım önde geliyor.”
Diğer taraftan bazı durumlarda psikolojik veya ilaçlı tedavinin bir an önce uygulanması gerekebilir.
Bunlardan biri afet öncesinde var olan ve tedavisi afet ile aksamaya uğrayan ruhsal hastalıklar.
Bir diğeri ise alkol veya madde bağımlılığı olan kişilerin afet ile erişimi kesildiğinde ortaya çıkan yoksunluk belirtileri.
Uzmanlar bunların mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini vurguluyor.
Depremin ilk günlerinde sahada bulunan Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Ejder Yıldırım, depremden doğrudan etkilenen kişilerin yanı sıra arama-kurtarma ekipleri ve gönüllü çalışanların ruh sağlığına dikkat çekiyor:
“Depremi yaşamış kişilere yardım eden ve belki de zorluğun en net kısmıyla karşılaşan yardım görevlileri, gönüllüler, sağlık çalışanları ve kurtarma ekiplerini korumak önemli.
"Bunlar ilk anda sahaya giden ve hala orada olan kişiler.
"Yaşanan zorluğa en çok temas eden ve belki de depremden etkilenen kişilerin çaresizliğini paylaşanlar.
"Özellikle yardımı tam sağlayamamanın çaresizliğini yaşayan tüm görevliler ruhsal açıdan etkilenirler. Bu normal bir şey ama bu etkilenme sırasında koruyucu tedbirler almak zorunlu.”
Hangi gruplar daha riskte?
Başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere bazı gruplar afet sonrasında ortaya çıkan travma belirtilerini daha uzun süreli yaşayabilir.
İstanbul Tıp Fakültesi Adli Bilimler Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ufuk Sezgin, toplumlarda var olan cinsiyet eşitsizlikleri nedeniyle afetlerin hazırlık, kurtulabilme, tahliye, müdahale, ölüm oranı ve iyileşme gibi temel noktalarda kadınları erkeklerden farklı şekillerde etkilediğini söylüyor:
“Geleneksel kadınlık rolleri kadınların hayatlarını depremden sonra güçleştirmeye devam eder.
"Örneğin çadır veya konteyner hayatında yemek pişirme, temizlik, çocukların ve yaşlı veya engelli aile bireylerinin bakımı, eş varsa onun isteklerinin yerine getirilmesi gibi beklentiler ve bunların gerçekleşebilmesi için gıda, su, temizlik materyallerinin eksikliği, hijyen koşullarının oluşmaması kadınlar için önemli zorluklar.
“Diğer taraftan yaşadığı travmanın da körüklediği, erkeklerin alkol kullanımında artışın olması, stres yönetimi ve öfke kontrolü zayıflıkları şiddetin artmasına neden olurken şiddetin öncelikle yöneldiği kişinin evdeki kadın ve çocuklar olması afette kadının bir başka zorluğu.
"Ne yazık ki buna ilave, taciz, tecavüz, kaçırılma, insan ticareti, fuhuşa zorlama gibi cinsel şiddet olaylarında da artış sıklıkla görülüyor.”
Prof. Dr. Sezgin, aynı zamanda kadınların içinde bulundukları koşullar ve sorumlulukları nedeniyle erkeklere kıyasla sosyalleşme sorunu yaşadığını, bunun da iyileşme sürecini etkilediğini belirtiyor.
Öte yandan çocukların afetlerde yetişkinlerden daha fazla etkilendiğini gösteren çok sayıda araştırma olduğunu söyleyen Klinik Psikolog Prof. Psk. Dr. Aylin İlden Koçkar’a göre bazı çocuklarda afetlerin izleri ilerleyen yıllarda ortaya çıkabilir ve ailede yoksulluk, ebeveyn çatışması, kronik hastalık gibi önceden var olan risk faktörleri deprem gibi bir afetin çocuğun üzerindeki olumsuz etkilerini arttırabilir.
Eşitsizlik ve ihmal örüntüleri
Uzmanlar, sosyal desteğe erişemeyen bazı dezavantajlı grupların da risk altında olduğunu aktarıyor.
İngiltere merkezli Open University’de afet döneminde insan davranışları ve toplumsal hareketleri araştıran Dr. Evangelos Ntontis, afetlerden sonra toplumdaki azınlık grupların yardıma daha az erişebildiğini ve oluşan sosyal dayanışma topluluklarına da daha az dahil olduğunu söylüyor:
“Örneğin ABD'de yaşanan büyük çaplı kasırgalarla ilgili yapılan araştırmalar, siyah kişilerin beyazlardan daha az desteğe ulaşabildiğini gösteriyor.
"Aynısı eğitim seviyesi daha düşük olan veya daha yoksul bölgelerde yaşayan kişilerde de görülüyor.
"Dünyada çok belirgin eşitsizlik ve ihmal örüntüleri var. Herkes oluşturulan dayanışma ve yardım topluluklarına dahil edilmiyor.”
Destek nasıl sağlanacak?
Depremden etkilenen kişilerin deprem bölgelerinde ve göç edilen şehirlerde kamu hastanelerinde açılan travma ve afet polikliniklerine ya da Türk Psikologlar Derneği gibi STK’ların farklı illerdeki hizmet birimlerine ve Psikososyal Dayanışma Ağı gibi oluşumların çalışmalarına başvurmalarını öneren Klinik Psikolog Dr. Melis Demircioğlu, bu tür hizmetlerin sürdürülebilirliği ve erişilebilirliğinin artırılması için bakanlık ve STK’ların bir arada çalışması gerektiğini söylüyor.
Türkiye Psikiyatri Derneği de bu yönde, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Türkiye Psikologlar Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği ve Türk Tabipleri Birliği gibi paydaşlarla birlikte bir ruh sağlığı strateji planı oluşturup harekete geçmeye hazırlanıyor.
Toplumsal iyileşme
Türkiye’nin her yerinde milyonlarca insan depremi ara vermeden takip etti, çok sayıda kişi gönüllü olarak bölgeye gitti, bazıları maddi destek ve eşya yardımı gönderdi.
Bazı yerlerde insanlar göç eden kişilere konaklama ve yardım sağlamaya devam ediyor.
Toplumsal iyileşmeye ilişkin Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Ejder Yıldırım, Türkiye’nin gerçeği olan depremden insanların ruhsal olarak uzak durmaması gerektiğini söylüyor:
“Bu olayı bir kere olup bir daha olmayacakmış gibi görüp hızlıca nasıl toparlanırız diye bakmayalım.
"Toparlanma dediğimiz aslında deprem gerçeğini unutturmamak ve geleceği daha güvenli kılmak adına kullanmak.
"Depremden etkilenmeliyiz ki kendimizi de kurumları da deprem gerçeğine göre dönüştürmeye çalışalım.”
Depremden etkilenen kişilerle yapıcı ve olumlu iletişim kurmak için onları damgalamamak gerektiğine dikkat çeken Yıldırım, “Yapmamız gereken en önemli şey onların yanında olmak, yanında olduğumuzu hissettirebilmek. Bir de yardımlar mutlaka kişilerin haysiyetleri ve otonomileri korunarak yapılmalı. Yani kişiyi yardıma muhtaç hissettirmeden, seçim haklarını koruyarak yapılmalı.”
Bundan sonraki süreçte medyanın görevine dikkat çeken Yıldırım, “Bazen gereksiz, abartılı kahramanlık öykülerinin yayınlanması, insanların ulaşamadığı yardıma sanki başkalarınca çok kolay ulaşılabilmiş gibi gösterilmesi, gerçeğin dışında ya da gerçeğin gerekli olmayan kısmıyla sürekli temas etmek insanlarda ciddi güvensizlik ve endişeye yol açabilir” diyor.
Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin ise iyileşme sürecine ilişkin şunları söylüyor:
“Deprem bölgesinde olmayan insanlar da yası, acıyı derinden yaşıyor. Bir yandan üzüntü, keder, bir yandan çaresizlik, kızgınlık, öfke, bir diğer yandan da suçluluk ve mahcubiyet.
"Hiçbirimiz iyi değiliz. En büyük güç kaynaklarımızdan biri insan teması ve dayanışmadır.
"Yaralarımızı birbirimizden aldığımız güç ve destekle saracağız, birbirimizin gözlerine daha çok bakarak, birbirimizin halini hatırını daha çok sorarak, çalışarak, üreterek, iyi bildiğimiz şeyleri iyi yapmaya devam ederek ve en önemlisi de geleceğe, barışa, demokrasiye, adalete ve insanlığa inancımızı elbirliğiyle inşa ederek.
“Önümüzde uzun bir süreç, uzun bir yol var, bu uzun yol boyunca gücümüzü, nefesimizi idareli kullanmak zorundayız ki dayanışmayı ve yardımlaşmayı da uzun bir zaman sürdürülebilir kılabilelim.”
Katkıları için teşekkürler: Klinik Psikolog Dr. Hatice Güneş ve Uzman Klinik Psikolog Ersin Bayramkaya