Birleşik Krallık'ta yurttaşların genetik ve sağlık verilerini barındıran geniş kapsamlı BioBank'ten alınan verilerin yeni analizi, daha fazla çocuk yapmayı sağlayan genlerin bir bedelinin olduğunu gösteriyor.
Michigan Üniversitesi'nden araştırmacı Jianzhi Zhang ve ekibi, çiftlerin daha sık cinsel ilişkiye girmesini ve daha fazla çocuk sahibi olmasını sağlayan genetik özelliklerin aynı zamanda ömrü kısalttığını keşfetti.
Araştırmada incelenen veriler, 40 ila 70 yaşlarındaki 270 binden fazla Britanyalı gönüllünün kan basıncı, kalp atış hızı, kemik yoğunluğu, kilosu, eğitim düzeyi, beslenmeyle egzersiz alışkanlıkları ve tıbbi geçmişlerini içeriyor.
Zhang ve meslektaşları, çiftlerin ilk çocukları dünyaya geldiğinde kaç yaşında oldukları, cinselliğin ilk kez deneyimlendiği yaşlar ve kadınların menopoz yaşları gibi bilgileri ele aldı.
Araştırmacılar daha sonra bilgileri incelenen bireylerin genetik özellikleri yaşam süreleriyle kıyasladı.
Fazla çocuk sayısı ve daha kısa yaşam süresi arasındaki ilişkiye aracılık eden genetik bölgelere bakıldı.
Örneğin bir genetik varyantın, ilk cinsel ilişkiye daha genç yaşta girmekle ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde cilt ya da akciğer kanseri riskinin artmasıyla ilişkili olduğu görüldü.
Hakemli bilimsel dergi Science Advances'ta yayımlanan makalede bireylerin ne kadar doğurgan olursa ömürlerinin de o denli kısa olacağı sonucuna vardı.
Buna göre genetik açıdan erken yaşta çocuk sahibi olmaya yatkın kişilerin 76 yaşına kadar yaşama olasılıkları daha düşük.
Bunun nedenine dair önde gelen açıklamalardan biri, yaşamın erken dönemlerinde üremeyi mümkün kılan genetik mutasyonların aynı zamanda daha kısa bir yaşam süresiyle sonuçlanabileceği. Bilim insanları bu hipoteze "antagonistik pleiotropi" adını veriyor.
Zhang, "Doğal seçilimin büyük ölçüde üremeyle ilgilenmesi nedeniyle üreme için yararlı olan ama daha sonradan vücuda zararlı olabilecek mutasyonlar yine de seçiliyor" dedi.
Öte yandan araştırmada incelenen bireylerin tümü 1940 ve 1969 arasında doğmuştu ve yine hepsi Avrupalı kökenliydi.
Bu yüzden bulguları daha geniş bir örneklem ve farklı kıtalardan insanlar üzerinde de denemenin daha sağlıklı sonuçlar verebileceği ifade ediliyor.