Yaklaşan seçimler gerçekten tarihi çünkü seçmenler Türkiye'nin yüzüncü yılında iki alternatiften birini seçecekler - Erdoğan'ın muhafazakar yolu veya Atatürk'ün modernist vizyonu.
Türkiye 2023 yılında iki önemli olaya şahit olacak. 14 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri için sandık başına gidilecek ve 29 Ekim’de Cumhuriyetin 100. yılı kutlanacak. Cumhuriyet Mustafa Kemal Atatürk ve kadrosu tarafından kurulurken, Osmanlı İmparatorluğu’ndan iki konuda ayrışmıştı. Dini kanunların olduğu ve etnik bir çeşitliliğe sahip imparatorluğun aksine Cumhuriyet, laiklik ve Türk milliyetçiliğine dayalı olarak kuruldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2003 yılında iktidara geldikten sonra Atatürk'ün mirasına birçok açılardan meydan okudu. Erdoğan, ülkeyi yönettiği 20 yıl boyunca, Ayasofya'nın müzeden yeniden camiye dönüştürülmesinden, devlet televizyonunda yayınlanan Osmanlı'yı yücelten tarih dizilerine kadar çeşitli şekillerde Osmanlı mirasını vurguladı.
Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan’ın rakibinin Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu olması tesadüf değil. Eğer seçimi Erdoğan kazanırsa, şahsını popülist İslamcılığın hakim olduğu “Yeni Türkiye”nin kurucusu olarak sunacak. Öte yandan, Kılıçdaroğlu kazanırsa, Atatürk'ün laik vizyonunu -bazı demokratik revizyonlarla- canlandırmak isteyecek.
Kısaca söylemek gerekirse, yaklaşan seçimler gerçekten tarihi çünkü seçmenler Türkiye'nin yüzüncü yılında iki alternatiften birini seçecekler - Erdoğan'ın muhafazakar yolu veya Atatürk'ün modernist vizyonu.
Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin önündeki önemli bir engel enflasyonun yüzde 80'in üzerinde olduğu ekonomik kriz. Ve tabii bir başka engel de 45 binden fazla insanın ölümüne yol açan deprem felaketi. Deprem yirmi yıllık beton rantı siyasetini iflas ettirdi ve kurumları zayıflatan tek adam yönetiminin acil yardımdaki etkisizliğini gözler önüne serdi.
Ahmet T. Kuru
San Diego Eyalet Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü
Erdoğan ve popülist İslamcılık
İktidardaki ilk on yılında Erdoğan üç grubun desteği ile Kemalist seçkinlerin egemenliğini yıkmaya çalıştı: Kürtler, Gülenciler ve liberal entelektüeller. 2013 yılına gelindiğinde Kemalizmin siyaset ve bürokrasi üzerindeki hakimiyeti sona ermiş ve anti-Kemalist ortaklar arasında mücadele başlamıştı.
Erdoğan Gülencileri -özellikle darbe girişimi sonrasında- terör örgütü olarak ilan ederken Kürtlere yönelik eski devletçi politikalara döndü. Liberal entelektüellerin önemli isimleri de bu süreçte kendilerini hapiste buldular. Değişen Erdoğan’ın son on yıldaki müttefikleri milliyetçiler, özellikle de ulusalcılar oldu.
Bu yeni ittifak Erdoğan’ın Kemalizm ile barıştığı anlamına gelmedi. Aksine, Erdoğan popülist İslamcı idaresine milliyetçilerin önemli bir kısmı ile ulusalcıları eklemledi.
14 Mayıs’taki seçimler için Erdoğan'ın kurduğu ittifak da bu ortaklığı yansıtmakta. Cumhur İttifakı Adalet ve Kalkınma Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve iki küçük milliyetçi ve İslamcı partiyi içermekte. Bu partiler erkek egemen toplum anlayışında hemfikirler. Mesela, Türkiye'yi, İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılan kadına yönelik şiddeti önleme konulu uluslararası bir anlaşmadan -aile değerlerini tehdit ettiğini savunarak- geri çektiler.
Bu dört parti Erdoğan'ın ekonomi üzerindeki tek adam yönetimini bir sorun olarak görmemekte. En çok anlaştıkları konulardan biri de Batı karşıtlığı. Batı düşmanı komplo teorilerini seslendirmekten, Türkiye'nin NATO'dan çıkmasını önermeye varan çizgideki tutumları bunun göstergesi.
Kılıçdaroğlu alternatifi
CHP lideri olarak Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın popülist İslamcılığına karşı Atatürkçü alternatifi temsil ediyor. Öte yandan, Kılıçdaroğlu tipik bir Atatürkçü seçkin değil. Tunceli gibi dışlanmış bir vilayette dünyaya gelmiş ve -son günlerde sosyal medyada paylaşım rekoru kıran videosunda söylediği gibi- Alevi.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın aksine, kadın haklarının geliştirilmesi ve bunun için de Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'ne geri dönmesini savunuyor. Türkiye'nin tek kadın siyasi parti lideri Meral Akşener de Kılıçdaroğlu’nun ana müttefiki durumunda.
Kılıçdaroğlu'nun ekonomide liberalizme dönüş konusundaki fikirleri net bilinmiyor. Ama eğer, medyaya yansıdığı gibi, ekonominin dümenini Ali Babacan veya Bilge Yılmaz’a verirse, bu yeni iktidarın Erdoğan’ın devletçi politikaları yerine, liberal ekonomiye döneceği anlamına gelecek.
Olası bir Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığının en bilinmeyen yönü dış politikada Batı ile ilişkiler konusu. Türk toplumunda Batı karşıtlığının yaygınlığı göz önüne alındığında, Kılıçdaroğlu’nun Batı ile ilişkiler konusunda nasıl bir rota çizeceğini tahmin etmek güç.
Sonucun uluslararası etkileri de olacak. Erdoğan galip gelirse, bu küresel anlamda sağcı popülist siyasetçilerin yükselişinin devam ettiği ve önemli bir Müslüman-çoğunluklu ülkede seçimi kazandıkları yorumuna yol açacak.
Ahmet T. Kuru
San Diego Eyalet Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü
İki adayın avantajları ve engelleri
Her iki adayın da başkanlık yarışında güçlü ve zayıf yönleri var.
Erdoğan son yirmi yılda inşa ettiği otoriter yönetime güveniyor. Kurduğu rejim medya üzerinde neredeyse mutlak kontrole sahip, Diyanet üzerinden 80 bin camiyi siyasi gündemine hizmet ettirebiliyor ve devlet kurumlarına şahsına sadakati dayatabiliyor.
Ancak Erdoğan otoriter yönetimin sonuçlarına da katlanmak durumunda. Özellikle son yedi yılda terör suçlamasıyla karşı karşıya kalan 1,5 milyon vatandaşın ona oy vermesi beklenmemeli.
Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin önündeki önemli bir engel enflasyonun yüzde 80'in üzerinde olduğu ekonomik kriz. Ve tabii bir başka engel de 45 binden fazla insanın ölümüne yol açan deprem felaketi. Deprem yirmi yıllık beton rantı siyasetini iflas ettirdi ve kurumları zayıflatan tek adam yönetiminin acil yardımdaki etkisizliğini gözler önüne serdi.
Kılıçdaroğlu'nun ise en büyük avantajı hem -Akşener’in desteğiyle- Türk milliyetçilerinin önemli bir kısmından, hem de -HDP’nin dolaylı ve altı yıldır hapiste tutulan Selahattin Demirtaş’ın dolaysız desteği ile- Kürt oylarının büyük bir kısmını alabilecek olması.
Kılıçdaroğlu'nun en temel zayıflığı, 2010'da CHP lideri olduğundan bu yana Erdoğan'a karşı -2019 yerel seçimleri dışında- seçim zaferi olmaması. Bu konudaki en önemli etken Türkiye’deki seçmenlerin çoğunluğunu oluşturan muhafazakar Müslümanların CHP'nin dışlayıcı laik politikalarına karşı tutumları.
Kılıçdaroğlu muhafazakarların oyunu almak için dışlayıcı laik politikalar ile arasına mesafe koydu. Örneğin, iktidara geldiklerinde üniversitelerde ve kamu kurumlarında başörtüsü yasağını yeniden getirmeyeceklerini açıkladı ve başörtülü bayanlardan helallik istedi. Dahası, millet ittifakı içine muhafazakarlar ve İslamcılar tarafından yönetilen üç partiyi aldı.
Ayrıca Kılıçdaroğlu muhafazakar seçmene hitap edebilen iki belediye başkanını -Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ı- cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atama sözü vererek bu iki popüler siyasetçinin kampanyasına aktif katılımını sağladı.
Küresel bir etki
Yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucu, Türkiye'nin popülist İslamcı bir rejim tarafından yönetilmeye devam mı edeceğini veya laik devlet ve demokratikleşme vizyonuna geri mi döneceğini belirleyecek.
Bu sonucun uluslararası etkileri de olacak. Erdoğan galip gelirse, bu küresel anlamda sağcı popülist siyasetçilerin yükselişinin devam ettiği ve önemli bir Müslüman-çoğunluklu ülkede seçimi kazandıkları yorumuna yol açacak.
Eğer Kılıçdaroğlu kazanırsa, bu da dünyanın değişik yerlerindeki demokratları sevindirecek; medya ve devlet kurumları üzerindeki kontrolüne rağmen, popülist İslamcı bir liderin yenilgisi olarak yorumlanacak.
Ahmet T. Kuru San Diego Eyalet Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörüdür. Bu yazının İngilizce versiyonu The Conversation’da yayınlanmıştır.
euronews