Dördüncü Murad'ın vefatı sonrası tahta geçen Sultan İbrahim, ruhi bunalımlar içerisindedir.
En önemlisi de Osmanlı soyu Sultan İbrahim ile tükenmenin eşiğindedir. Öyle ki hanedanın "Kırım Hanlığı"na geçmesi en ciddi çözüm yollarından birisi olarak tartışılmaktadır.
Sultan İbrahim, yaşadığı bunalımı bir hatt-ı hümayunda şu naif ifadelerden temaşa edebilmekteyiz:
Sancı deyu yatırum, kâh arkama gelür, irkilür, kulaklarım tıkalur... Şöyle sıkılmam vardır ki ölüyorum, gayetle halim yaman olmuştur, … Pek halim mükedder, mizacımda küdûrat vardır, … Göreyim seni bu benim derdime nice çare çalışursuz, … Beni seversen buna çare bulasın, ona buna sorasın.
Padişahın derdine derman olacak ve Osmanoğlu hanedanlığını yok oluştan kurtaracak kişi doğru dürüst medrese tahsili dahi olmayan; büyü, muska ve cincilikle geçimini sağlayan Safranbolulu Hüseyin Efendi isimli bir zat olacaktı.
Padişahı iyileştirdikten sonra Anadolu kazaskerliği makamına kadar yükselecek ve rüşvetçiliği sayesinde Karun gibi zengin olacaktı.
Cinci Hüseyin'i saraya sokan ve Sultan İbrahim'i ona meftun edecek kişi elbette Kösem Sultan olacaktı.
İngiliz sefir ve Osmanlı tarihçisi Sir Paul Rycaut'un iddiasına göre Kösem Sultan katledildiği anda dahi elbiselerinin arasından Cinci Hüseyin Efendi'nin muskası çıkacaktı.
Medrese sıralarında Cinci Hüseyin'in sınıf arkadaşı olan Evliya Çelebi, Seyahatname isimli meşhur eserinde Cinci Hüseyin'in tahsilini ve ilmini şu sözlerle tasvir eder:
Zağferonborlu (Safranbolu) nam şehirde Şeyhzade nam bir softa idi. Asitane'ye (İstanbul'a) gelip Unkapanı iç yüzünde Fil okuşu'nda Hamid Efendi Medresesi'nde hakir Ahfeş Efendi'den Molla Cami tilavet edip (okuyup) Kitab-ı İlm-ı Hacib Kafiye'yi ı'rab ederken, bu mezbur (adı geçen) Cinci Hoca, Ahfeş Efendi üstadından Kitab-ı İzzi okurken hikmet-i aziz ismine mazhar düşüp, bir günde izzet bulup saadetli padişaha surh- bad ve Kenzü'l- arş ed'iyelerin (dualarını) tilavet idüp, bi-emrillah (Tanrı'nın buyruğuyla) İbrahim Han hoş- hal olup (durumu iyileşip) Şeyhzade'nin ismi Cinci Hoca olup iştihar buldu (ünü yayıldı). Amma Allah alimdir, şerîkimiz (ders arkadaşımız) olması cihetiyle keyfiyet-i hali ma'lumumuz (durumunu biliriz). İlm-i davetten (dua biliminden) asla bir harf bilmez idi. Ancak baht ve talihi bir zaman müsaade edip, ol dahi felek-i atlas-ı bukalemunde (bu değişen dünyada) pay-baflık (çulhalık) edip sağa ve sola gunagun (çeşit çeşit) mekikler attı.
Aslında Cinci Hoca'nın meşrebini ilk fark eden Medrese Hocası Şeyh Mehmed Çelebi idi.
İzmir'e tayini vakit, medrese talebeleri Cinci Hüseyin'i de yanında götürmesini isterler; çünkü Hüseyin Efendi muskalar yazarak ve cincilikle uğraşarak medresenin adına leke sürmektedir.
Mehmed Çelebi ise bu fikre karşı çıkar:
Be hey efendi! Bizim ırzımız vardır. Avrat ve oğlana efsûn okuyan bir sehhâr-ı nâ-bekârı/büyücü, serseriyi bile götürüp mansıbımızda bed nam (kötü ün sahibi mi) mı olalım
Cinci Hüseyin'in yükselişi ve düşüşü
Cinci Hüseyin'in kanına bir kez cincilik ve muskacılık müptelalığı bulaşmıştı. Artık iflah olamazdı.
Bu sahanın hem gelir kapısı hem de insanlar üzerindeki efsunlu tesiri bu yarı eğitimli medrese talebesini fazlasıyla cezbetmişti.
Nihayet saraya intisap ettiğinde hızla yükselecekti. Çok kısa sürede Kazasker olmuş ve dahi Veziriazamdan daha kudretli bir mertebeye erişmişti.
En üzücüsü Şeyhülislam Yahya Efendi gibi devrinin ilmi manada liyakat sahibi bir din adamı bu perişan hal içerisinde kahrından hastalanıp yataklara düşecek ve nihayet ölecekti.
Ahmet Refik Altınay, durumu şu sözlerle tespit edecekti:
Sultan İbrahim'in sekiz yıl süren saltanatı süresince dört şehislam değişmişti: Şair Yahya Efendi, Ebusait Efendi, Sait Ahmed Efendi, Abdürrahim Efendi. Bütün bu şehislamların üstünde tek bir nüfuz egemen olmuştu. Sadece bir kişi kendisini tanıtmıştı: Cinci Hüseyin Efendi.
Osmanlı'nın bozulan ekonomisini düzeltmek üzere göreve getirilen Kemankeş Kara Mustafa Paşa ki devrinin çok ötesinde bir zihniyete ve devlet adamlığına sahip olmasına rağmen, Cinci Hüseyin Efendi'nin rüşvet ağına çomak sokmasının bedelini canı ile ödeyecekti.
Abdurrahman Şeref, Cinci Hoca'nın bu idamdaki rolünü şu sözlerle belirtir:
Cinci Hoca lakabıyla tanınan Hüseyin Efendi adlı arsız. Her işe burnunu sokmaya başlamıştı. Ancak Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın vakar ve heybeti, istediği oyunu oynamak isteyen bunun gibi bozguncuların sorumsuzca hareketlerine engel oluyordu. Fakat onların garazkâr tutumları yüzünden o akıllı vezir öldürüldü.
Böylesi önemli bir devlet adamının katlinde dahi rol oynamayı başaran Cinci Hüseyin İstanbul'un göbeğinde kendisine öyle bir saray yaptırmıştı ki maiyetinde yüzlerce kişi çalışıyordu.
İstanbul'daki sarayının yanı sıra bugün Safranbolu'nun simgesi olarak bilinen abidevi Cinci Hanı'nı da yaptıran Cinci Hüseyin Efendi'den başkası değildi.
Akıl, mantık payitahtı terk ettiği bir devirde Cinci Hüseyin; kadılık vazifelerini alenen para karşılığı satmaya başlamıştı.
Günden güne öyle zenginleşiyordu ki kişisel serveti Osmanlı hazinesi ile yarışacak boyutlara ulaşmıştı.
Cinci Hüseyin tam bir tekasür krizi içerisindeydi. Biriktirme aşkı ne denli büyükse cimriliği ve mala düşkünlüğü de o denli güçlüydü ki kellesini de rüşvetçliğinden ziyade cimriliği uçuracaktı.
Evliya Çelebi, Cinci Hoca'nın meşhur sarayını ve zenginliğini şöyle nakleder:
'Evliya Çelebi, medrese köşesinde sizinle ilme meşgul olduğumuz sebebiyle cenab-ı izzet ilim berakatıyla bu sarayı ve Üsküdar ve vilayetimizde nice yerlerde çiftlikle ve nice gune ihsan ve ina'mlar etti' diye bi-hadd (sınırsız) hamd ü sena etti.
'İnşallah Sultanım, ilim tilavet etmede şerik idim, inşallah devletinizde dahi dünyalığıyla şerik oluruz' dedikte:
'Vallahi bi-tekellüf (teklifsiz) olduğundan hazz eyledim. Bre hazinedar gel!' diye hazinedarın kulağuna bir güftüğü edip bir andan sonra bir kese kuruş ve bir yeşil çuhavla kaplı kunduz siyahı bir semmür kürk ve bir lokmalı, bol kadı kaftan, el-hasıl baştan başa bir kat esvap (giyecek) ihsan edip, ta'am taavvül edip (yemek yiyip) 'Düstur!' deyip giderken aşağı inip gördüm bizim at yerine bir fil-i mahmudi'ye benzer bir küheylan at, Şam üzengili ve sim (gümüşten) eyerli ve vüzera rahtlı bir küheylanat.
'Efendi (Cinci Hoca) size ihsan etti' deyince yine efendi huzuruna çıkıp:
'Sultanım, bizi hakten ref eyleyip (topraktan yükseltip) piyade iken atlandırdınız. Hüda sizden razı ola' deyip temenna edip yine ata süvar olup (binip) sehl (biraz) istirahat ettikten ba'de'l- asr (ikindiden sonra) anı gördüm, bir hay huy ile (şamatayla) elli adet hamal yüklü pirinç ve kahve ve şeker ve şem-i asel (bal mumu) ve revgan (yağ) ve asel (bal) ve'l- hasıl günagun (çeşit çeşit) ma'kulat ve meşrubat ile hane-i tehim (boş evim) malamal-i nimet-i Rabb-i rahim olup (Rahim Allah'ın nimetleriyle dolup) cihan cihan hazz edip, adamına bir şerbeti yağlık verip gittim.
Arş-ı Ala bu kadar zulmü taşıyamazdı. Nihayet Cinci Hoca'nın oyunları ortaya çıkacak ve görevden azledilmesine neden olacak hadiseyi Ahmet Rasim, Naima Tarihi'nden ne güzel özetler:
1057 senesi Cinci Hoca'ya yaramadı. Kendisi Anadolu kazaskeri olduğu için tersaneye giderek donanma mühimmatına nezaret etmekte iken Tavil Ahmet adında Ankara Kadısı olan zatın kardeşi Yunus adlı kadı karşısına çıkararak:
'Kardeşimin dört bin guruşunu aldın, Ankara kadılığını verdin. Ama altı ay sonra azl edip Kederzade'ye bin altına satarak onu tayin ettin, Bu ne iştir?' diye çıkışmaya başladı.
Bu dava üzerine Hoca'nın bütün cinleri başına üşüşerek 'Çık bre cahil!' diye Yunus Deryadil'i kovmak istedi ise de Yunus daha da sertleşti. Bunun üzerine mahzarlarla yollayıp hapsettirdi. Divan hanesinde Yunus'a yirmi otuz deynek vurdu. Ama Yunus diğer ciğeri yanık kimselerle kapı kapı gezerek Cinci Hoca'nın bu davranışlarını teşhir etti.
Sultan İbrahim halk arasında dolaşan bu çeşit şayialar üzerine Hoca'yı Anadolu sadaretinden azl edip, yeni inşa edilen saraydan da çıkardı. Bir mevlid cemiyetinde de onun yerine Anadolu kazaskeri Bahai Efendi'yi oturtarak Cinci'yi istiskal ettiğini, onun kendisini üzdüğünü gösterdi.
Sultan İbrahim azledildikten sonra Sadrazam Sofu Mehmed Paşa, Cinci Hoca'dan 200 kese altını cülus sırasında bağışlamasını ister; ama cimrilikte ısrar eden Cinci Hoca bu parayı vermez.
Bu kez kethüda eliyle Hocanın evine zorla girildiğinde herkes dehşete düşer. Binlerce kese altın evin çeşitli yerlerine istiflenmiş şekilde ele geçirilir. Belki 200 keseyi verse bu yaşanmayacaktı.
Cinci Hüseyin'in tüm hayatı boyunca çalıp çırptığı paralar tek başına IV. Mehmed'in cülûs bahşişine yetecekti.
Cülus Bahşişi öyle sıradan bir iş değildi, padişah değişikliği sonrası dağıtılan bu para hazinenin neredeyse tamamen boşalmasına neden olan bir hadiseydi. Karşılaştırma buradan yapılabilir.
Safranbolulu Cinci Hüseyin, doğru dürüst medrese eğitimi bile almadan kazaskerliğe kadar yükselmesini muska, büyü ve cinciliğine borçluydu.
Kadılık gibi önemli bir makamı rüşvetle satarak Osmanlı hazinesi ile yarışacak bir servet biriktirmişti; ama bu para kendisine hayır getirmedi, nihayet 1648'de katledildi.
İstanbul sarayını ve padişahı adeta esir alan bu zat ulemanın ciddi bir itibar kaybı yaşamasına neden olacaktı.