Türkiye, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin büyük yankı uyandıran Abdullah Öcalan çağrısında bir gün sonra Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.'nin (TUSAŞ) Ankara yerleşkesine düzenlenen saldırı ile sarsıldı.
Türkiye'nin savunma ve havacılık sektörünün en önemli kuruluşlarından TUSAŞ'a yönelik saldırıda 5 kişinin öldüğü, 22 kişinin yaralandığını açıklanırken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya'nın ev sahipliğinde Kazan'da düzenlenen BRICS programını yarıda kesip Türkiye'ye dönme kararı aldı.
Berlin, Paris, Londra ve Washington gibi Batılı başkentler başta olmak üzere Birleşmiş Milletler (BM), NATO ve Avrupa Birliği'nden (AB) art arda yapılan açıklamalarda TUSAŞ'ı hedef alan terör saldırısı kınandı, Türkiye ve Türk halkı ile dayanışma mesajları verildi.
TUSAŞ sembolik bir hedef olarak mı seçildi?
ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Dış Politika Araştırma Enstitüsü'nün (FPRI) Başkanı Aaron Stein, TUSAŞ'ı hedef alan saldırının hemen ardından DW Türkçe'ye gelişmeleri değerlendirdi. Saldırı ile ilgili olarak adeta anlık olarak paylaşılan güvenlik kamerası görüntüleri ve bilgilerine işaret eden Stein, "Saldırı, Türkiye'deki şiddet yanlısı solcu grupların saldırısı gibi duruyor. Üç grup, üç ihtimal mevcut: DHKP-C, PKK ya da PKK'ya bağlı örgütlerden biri. TUSAŞ, insansız hava araçları programı bakımından sembolik bir hedef olarak seçilmiş gibi duruyor, bu da PKK'ya işaret ediyor olabilir" görüşünü paylaştı.
Türkiye'nin PKK'ya yönelik operasyonları 2019 itibariyle ağırlıklı olarak Suriye ve Irak'ın kuzeyine kayarken, PKK hedeflerinin özellikle SİHA'larla hedef alındığı, örgütün bu operasyonlardan ağır darbe aldığı belirtiliyordu.
TUSAŞ'a saldırının ardından dün Türkiye'nin akşam geç saatlerde SİHA'ların kullandığı hava harekatı için düğmeye basmış olması da dikkat çekti.
Çözüm süreci tartışmalarından hava harekatına
Önce Suriye'nin kuzeyinden Türkiye'nin Kobani şehir merkezi ile Mümbiç'i SİHA'lar ve obüslerle hedef aldığı yönünde haberler paylaşılmaya başlandı. Bu haberleri Milli Savunma Bakanlığının, "Türkiye'nin Irak ve Suriye'nin kuzeyinde bulunan terörist hedeflere hava harekatı icra edildiği" yönündeki açıklaması izledi.
Omurgasını Türkiye'nin terör örgütü olarak sınıflandırdığı YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçlerinin komutanı Mazlum Abdi, sosyal medya hesabı üzerinden "Türkiye bölgelerimizi ayrım gözetmeksizin ve haksız surette bombalıyor, sivilleri, hizmet ve sağlık merkezlerini hedef alıyor. Bu bir savaş suçudur" paylaşımını yaparken, bir açıklama da DEM Parti'den geldi.
"Sivil yaşam alanlarına yönelik başlatılan bombardımana derhal son verilmesi" çağrısının yapıldığı DEM Parti açıklamasında "Sivillerin hedef alındığı askeri operasyonlar, uluslararası hukuk kurallarını da çiğnemektedir. Savaş ve çatışmanın sürdürülmesi, yalnızca daha fazla acıya ve kayba neden olacaktır. Tüm tarafları diyalog ve barışçıl çözüm yollarını benimsemeye çağırıyoruz" ifadelerine yer verildi.
"Açılım çetin sınamalarla karşı karşıya"
Oysa Türkiye, TUSAŞ'ı hedef alan saldırıdan yalnızca bir gün önce yeni bir çözüm sürecini tartışmaya başlamıştı.
MHP lideri Bahçeli'nin TBMM'deki grup toplantısında İmralı Cezaevi'ndeki PKK lideri Abdullah Öcalan ile ilgili çağrısı gündemi alt üst etmişti. Bahçeli, "PKK'nın lağvedildiğini haykırması" durumunda Öcalan'a cezaevinden çıkma imkanı tanınacağını duyurmuştu.
Hatta TUSAŞ'a saldırıdan birkaç saat önce Abdullah Öcalan'a DEM partili yeğeni Ömer Öcalan ile görüşme izni verildi. Abdullah Öcalan, yeğeni arıcılığıyla kamuoyuna "Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim" mesajını iletti.
Ancak Aaron Stein'a göre TUSAŞ saldırısı, Bahçeli'nin meclisteki konuşmasından daha önce planlanmış olduğu izlenimini verse de yeni bir çözüm sürecinin çok çetin zorluklarla karşı karşıya olduğunu gözler önüne seriyor.
Stein, "Kuşkusuz ki bu saldırı, Kürt siyasi hareketinin unsurlarına yönelik bu çok yeni açılımı ciddi sınamalarla karşı karşıya getiriyor, bu DEM Partisi ile diyalog sürecinde nasıl ilerleme sağlanabileceği konusunda önemli zorluklara neden olacaktır" dedi.
Stein, "Muhakkak ki artık yaşlanan Öcalan bir hapishane hücresinde ölmek istemiyordur. Kendisinden isteneni yaptığı takdirde hapishaneden çıkabilecek. PKK'lılar da dağlardan inebilecek, Türk SİHA'larından kaçmak için saklandıkları mağaralardan çıkabilecekler. O insanlar 40, 50 senedir dağlarda, bunu gerçekten isterler mi onu bilmiyorum. Çünkü PKK çok şiddet yanlısı, çok militan, söylediklerini okuduğunuzda da ne kadar tutarsız olduklarını görüyorsunuz" değerlendirmesini aktardı.
Bahçeli'nin çıkışının gerisinde ne yatıyor?
Peki Devlet Bahçeli'nin PKK lideri Abdullah Öcalan'a yaptığı ve Türkiye'de hükümete yakın çevrelerde "tarihi" olarak nitelendirilen çağrı, bir iç siyaset manevrası mı yoksa Ortadoğu'da bölgesel savaş tehlikesine karşı hazırlık mı?
Amerikalı uzman Stein, çözüm sürecini başlatma hamlesinin gerisinde Cumhur İttifakı'nın iç siyasi hesaplarının yattığı görüşünde.
"2014'e geri dönmüş gibiyiz" diyen Stein, bugün yaşananların 2013-2015 arasındaki çözüm sürecini anımsattığını, günümüzdeki siyasi dinamiklerin o yıllardaki siyasi dinamiklere benzediğini söyleyerek, "AKP yeni bir Anayasa istiyor, yeni Anayasasına destek için gerekli siyasi konsolidasyonu sağlamaya çalışıyor. Bunun için de Kürt hareketinin siyasi temsilcilerinin desteğine ihtiyacı var" sözlerini kaydetti.
Geçmişte HDP'nin yaptığı gibi DEM'in Öcalan ile diyalog kanalı oluşturması, Öcalan'ın da DEM aracılığıyla İran, Irak ve Suriye'deki PKK liderliğine mesaj göndermesinin hedeflendiğini aktaran Stein, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:
"Dinamikler bire bir aynı. Sunulan havuç da aynı. Özetle DEM'in Anayasaya değişikliğine ve belki de erken seçimlere vereceği destek karşılığında Öcalan'a hapisten çıkma, ev hapsine geçme fırsatı sunuluyor. PKK'nın silah bırakması, sivil siyasete yönelmesi ve silahsızlanması öngörülüyor. Yani dinamikler tıpa tıp aynı. Peki geçen sefer neden süreç çöktü? PKK çekilme konusunda güvenceler istedi, Türk hükümet bunu vermedi. Ayrıca geçen sefer Erdoğan aslında fiilen süreç ile ilgili olarak MİT'i görevlendirerek kendisi sürece bir adım uzakta kalmıştı, bu kez çözüm sürecinin kamuoyunda görünen yüzü olarak Bahçeli'yi seçti, asıl MİT PKK ile müzakereleri yürütecek olsa da Erdoğan bu işi Türkiye'deki aşırı sağa vererek kendisi yine bir mesafe koymuş oldu."
Çözüm süreci hamlesinin bu sefer Erdoğan tarafından değil Bahçeli tarafından yapılmış olmasının dikkat çekici olduğunu belirten Stein, "Bu hamlenin İyi Parti'nin artık MHP'ye siyasi bir tehdit oluşturmadığı, büyük ölçüde çöktüğü bir dönemde yapılıyor olması önemli" diye konuştu.
Tırmanan bölgesel gerilim etkili olmadı mı?
Peki Türkiye'nin çözüm süreci hamlesinde İran ile İsrail arasında tırmanan gerilim, bunun bölgedeki güç dengelerinde ve özellikle Türkiye'nin sınırlarında yol açması muhtemel istikrarsızlık tehlikesi etkili oldu mu?
Bu soruyu yanıtlayan Aaron Stein, PKK meselesi öncelikle Türkiye'nin bir iç siyasi meselesi olduğuna vurgu yapıyor.
Stein, PKK'nın Irak'ta, İran-Irak sınırında bulunması ve Suriye'nin büyük bir bölümünü kontrol altında tutması nedeniyle sorunun uluslararası da bir boyutu da bulunduğunu söylemekle birlikte "Ama PKK sorunu zor olsa da Türkiye'de siyasi cesaret gösterildiği takdirde çözülebilir bir sorun. Türk hükümetine yakın basını okuduğunuzda, meseleleri olduklarından daha farklı resmetmeye, Erdoğan'ı 'bölgenin efendisi' olarak göstermeye, 'onun Türkiye'yi bekleyen büyük tehlikeyi gördüğü' konusunda insanları ikna etmeye çabaladıklarını görüyorsunuz. Çünkü Erdoğan'ın Anayasa değişikliği için attığı bu adımları gerekçelendirmek, halka bir hikaye anlatmak zorundalar, işte 'İsrail Türkiye'ye saldıracak' gibi gerçek dışı hikayeler de bunun bir parçası" dedi.
"Niye bu telaş, niye şimdi?"
Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı Sinem Adar ise Bahçeli'nin çıkışının "Niye bu telaş? Neden şimdi?" sorularını gündeme taşıdığına dikkat çekerek "Cumhur İttifakı'nın ittifakını genişleterek iktidarını konsolide etme, daha uzun ömürlü kılma çabası var gayet tabii ki, ama izlenimim sadece iç siyasi saiklerle hareket edilmediği yönünde" değerlendirmesini aktarıyor.
"Görünen o ki, çözüm süreci hamlesi hem içeride hem dışarıda sıkışmış bir Cumhur İttifakı'nın, elini rahatlatma, kendine alan açmaya çalışma çabasının bir sonucu" sözlerini kaydeden Adar, dış politikadaki sıkışmışlığa ilişkin gözlemlerini paylaştı.
Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı Sinem Adar.Fotoğraf: Privat
CATS uzmanı Adar'a göre Ortadoğu'da tırmanan askeri ihtilaflar, İsrail'in Nisan ayında İran'ın Suriye'deki büyükelçiliğini hedef alması ve sonrasındaki gelişmeler itibariyle bölgesel güç dengeleri ile ilgili olarak ortaya çıkan tablo, İran'ın askeri olarak zaaflarını ortaya koydu, ABD'nin koşulsuz desteğini almış İsrail'in diğer bölgesel güçlere nazaran en azından taktiksel ve askeri olarak daha güçlü olduğu görüldü.
Ankara'yı harekete geçiren güç dengelerindeki değişim
Türkiye'nin İran'ın giderek belirginleşen kırılganlıklarını kendi sınırlarını çevreleyen bölgeleri yeniden şekillendirebilmek için bir fırsat olarak görüyor olabileceğine de işaret eden Adar, Ankara'nın çözüm süreci hamlesinin gerisinde bu çabanın da yatıyor olabileceğini kaydetti.
Bu gelişmelerin Ankara'nın "Batı güç kaybediyor, diğer aktörler güç kazanıyor" varsayımına dayandırdığı politikalarını gözden geçirmeye zorladığı yönündeki izlenimini paylaşan Adar, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ankara'da, Türkiye'nin Batı'ya ekonomik ve savunma yetkinlikleri bağlamındaki bağımlılığına kolayca son verilemeyeceğine dair bir algı olduğu kanaatindeyim. Aynı zamanda Gazze savaşı, Türkiye'nin bölgesel dinamiklerde marjinal bir konumda olduğunu gösterdi. Üstelik, ABD'nin de artık Türkiye'yi Ortadoğu politikasını şekillendirirken birincil önemde bir aktör olarak görmediğine dair ipuçları mevcut. Özetle, bölgedeki dengeler değişirken Türkiye resmin dışında kalmış gibi görünüyor."
Çözüm demokrasiyi güçlendirir mi?
Siyasi gözlemciler, yeni bir çözüm sürecinde Türkiye'yi zor bir süreç beklediği konusunda hem fikir.
Peki çözüm sürecinden barış çıkar mı? Türkiye bu süreçte yeniden demokratikleşir mi? En çok bu soruların yanıtları merak ediliyor.
Sinem Adar, bu sürecin bir demokratikleşme hikayesi olarak görülmemesi gerektiğine işaret ederek, "Kürt sorunun çözülmesi elbette olumlu bir gelişme olacaktır ancak gerek Türkiye'nin iç koşulları, gerekse bölgesel ve küresel koşullar itibariyle, oldukça parçalı olan Kürt hareketi ve Türkiye'yi yöneten elitler arasında ön emarelerini gördüğümüz olası bir yakınlaşmadan, ülke adına bir demokratikleşme beklemeyi gerçekçi bulmuyorum" öngörüsünü aktardı.
Aaron Stein da Erdoğan'ın hayalindeki Anayasa değişikliğine imkan sağlayabilecek bir çözüm sürecinin Türkiye'nin demokratikleşmesi anlamına geleceğine ihtimal vermediğine dikkat çekiyor.
Stein, "Bekleyip neler olacağını görelim. Ben çok olumlu olacağını düşünmüyorum. Erdoğan'ın görevde kalmaya devam etmesine, cumhurbaşkanlığı yetkilerinin de daha da konsolide edilmesine imkan sağlayacağı görüşündeyim" dedi.
Cenk 25 Ekim 2024 Cuma 05:46
|