Türkiye’de son 5 ayda gerçekleşen yağışlar 63 yılın en düşüğü seviyesinde oldu. Yağışlar tüm bölgelerde mevsim normallerinin altında gerçekleşirken Prof. Dr. Doğanay Tolunay ülkenin nasıl bir yaz geçireceğini Sputnik’e değerlendirdi. Tolunay, yağışların bahar aylarında mevsim normallerine çıksa dahi barajların dolmasına yetmeyebileceği görüşünde.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün 2022-2023 Su Yılı 5 Aylık Alansal Kümülatif Yağış Raporu’nun Şubat ayı verilerine göre, Türkiye geneli 5 aylık yağışları son 63 yılın en düşük seviyesinde. Yağışlar ülkenin tüm bölgelerinde mevsim normallerinin altında gerçekleşirken, en yüksek düşüş Marmara ve İç Anadolu bölgelerinde gözlemlendi.
Öte yandan, 2022’nin Mart ayında İstanbul’da barajların doluluk oranları neredeyse yüzde 90’ken, mevcut durumda bu oran yüzde 37 seviyesinde. Ankara’nın barajları yüzde 30 doluyken, İzmir’de ise bu oran yüzde 29. Bursa Valisi Yakup Canbolat yaptığı açıklamada şehrin sadece 80 günlük suyu kaldığını da söyledi. Çanakkale Belediyesi ise aldığı kararla su kullanımıyla ilgili bazı yasaklar getirdi. Tüm bunlarla beraber Mart ayında Türkiye’de, bir önceki ay büyük depremlerin yıkıma yol açtığı bölgelerde şiddetli sağanak yağışların etkisiyle sel de gerçekleşti. Uzmanlar ise şiddetli sağanak yağışların suyun depolanması konusunda olumlu bir etki yaratmadığı kanaatinde. İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Türkiye’nin nasıl bir yaz geçireceğini, su tasarrufunun hangi yöntemlerle sağlanabileceğini ve artararak devam eden aşırı hava olaylarını Sputnik’e anlattı.
‘Yağışlar baharda mevsim normallerine çıksa dahi barajların dolmasına yetmeyebilir’
Türkiye’de meteorolojik kuraklığın yanı sıra artık hidrolojik bir kuraklığın da söz konusu olduğunu aktaran Prof. Dr. Tolunay “Önümüzdeki Mayıs sonuna kadar yağış durumuna, projeksiyonuna baktığımızda Meteoroloji Genel Müdürlüğü mevsim normalleri civarında bir yağış öngörüyor. Ancak son 3 yıldan günümüzde kadar ciddi bir meteorolojik kuraklık söz konusu. Bu meteorolojik kuraklığın uzaması aynı zamanda hidrolojik kuraklığa dönüştü. Ne demek bu hidrolojik kuraklık? Bizim suyu depoladığımız barajlarımızdaki su miktarı ciddi olarak azaldı. Dolayısıyla önümüzdeki baharda da mevsim normallerinde yağış gerçekleşse dahi bu yağış barajlarımızın dolmasına yetmeyebilir. Bunun sonucunda da önümüzdeki yaz aylarında yine susuzluk sorunuyla karşı karşıya kalabiliriz” dedi.
‘2023 El Nino yılı, önümüzdeki yazın daha sıcak olmasını bekleyebiliriz’
El Nino ve La Nina akıntılarının sıcaklıklara etkisinden bahseden Tolunay “2023 yılında La Nina akıntısı El Nino’ya dönüştü. 2023 El Nino yılı olarak biliniyor. El Nino yılları daha da sıcak geçiyor. Dolayısıyla önümüzdeki yazın sıcak olmasını bekleyebiliriz. 2022’de nispeten sıcaklıklar önceki yıllara göre düşük gerçekleşmişti. Ama 2023 yılında daha sıcak bir dönem bizi bekliyor. Ek olarak El Nino yıllarında yağışlarda az da olsa artış görünüyor. Bu da şiddetli sağanak yağışlar şeklinde kendini gösterirse bölgesel olarak zamanları değişmekle birlikte yine sellerle karşılaşabiliriz. Marmara Bölgesi’nde daha çok Mayıs-Haziran, Karadeniz Bölgesi’nde Temmuz-Ağustos, Ege ve Akdeniz’de ise sonbahar aylarında şiddetli sağanak yağışlar şeklinde yağışlarla karşılaşmamız olasılığı var” diye konuştu.
‘Türkiye’nin su tüketimi kuraklıktan bağımsız olarak her geçen yıl artıyor, toplam tüketimin yüzde 71’i tarım kaynaklı’
Su sorununun sadece kuraklık ile ilişkilendirilmemesi gerektiğini söyleyen Tolunay “Kuraklıktan bağımsız ülke olarak su tüketimi her geçen yıl artan bir ülkeyiz. Son 10-12 yılda yıllık ortalama 1.5 milyar metreküp kadar su tüketimimiz artmış. Bu artışın da çok önemli bölümü özellikle tarımsal sulamada gerçekleşiyor. Tarımsal sulamadaki su tüketimimiz her yıl 1 milyar metreküp civarında artıyor. Toplam su tüketimimizin yüzde 71’i tarımsal kullanımdan kaynaklı. Bizim su sorunumuz kuraklıktan bağımsız olarak, yağışlar mevsim normallerinde seyretse de bu su tüketimiyle ilerleyen yıllarda mevcut su varlıklarımızın insanların tüketimine yetmemesi olasılığı oldukça yüksek. Buna susuzluk ya da su stresi adını verebiliriz. Kurak yıllarda bu su sorunu daha da fazla hissediliyor” ifadelerini kullandı.
‘Tarımda vahşi sulamanın yerini damlama sulamanın alması sağlanmalı, iklim ve toprak özelliklerine uygun ürün yetiştirilmeli’
Suyun en fazla tarımsal üretimde kullanıldığı için bu alanda bir tasarruf sağlanması gerektiğini aktaran Tolunay, şu ifadeleri kullandı:
“Vahşi sulama olarak adlandırdığımız sistem tarımda uzun yıllardır hatalı olduğunun bilinmesine rağmen hala kullanılıyor. Bunun öncelikli olarak damlama ya da basınçlı sulama sistemlerine dönüştürülmesi gerekiyor. Ülkemizde bir de maalesef bölgelerin iklim ve toprak özelliklerine uygun tarımsal ürün yetiştirilmiyor. Örneğin yağışların az olduğu, genel olarak yarı kurak bölgeler olarak adlandırdığımız İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da su tüketimi fazla olan mısırın yetiştirilmesi gibi durumlara yöneldik. Mısır gibi ürünler ciddi su tüketiyor. Yarı kurak iklime sahip bölgelerde yağışlar, barajlar ve göletler de yetmediği için daha fazla yeraltı sularına yöneliyoruz. Bu nedenle bölgelerin iklim özelliklerine göre ürün yetiştirilmesinin teşvik edilmesi gerekiyor. Örneğin bir çiftçi mısır yetiştirip daha fazla para kazanıyorsa, buğdaya geçtiğinde geliri azalabilir. Buralarda teşvik mekanizmalarının yürürlüğe girmesini önerebilirim.”
‘En iyi yağmur suyu hasadı suyun toprağa sızdırılmasıdır’
Tolunay topraklardan organik madde içeriğinin yükseltimesi gerektiğini “Yine tarımda göz ardı ettiğimiz şeylerden bir tanesi toprak kalitesi, verimliliği. Topraklarımızın organik madde içeriği son derece düşük. Toprakların organik madde içeriğinin yükseltilmesi, eğimli alanlarda tarımın teraslar üzerinde yapılması da suyun toprakta depolanmasını sağlayacaktır. Bu da bir çeşit yağmur hasadıdır. Ülkemizde yağmur hasadı denilince maalesef derelerin önüne barajlar yapmak ya da kentlerdeki binaların altına su depoları yapmak anlaşılıyor. En iyi yağmur suyu hasadı suyun toprağa sızdırılmasıdır. Eğimli alanlarda teraslar yapılarak su akışı engellenebilir. Yine bu alanlarda tek yıllık bitkiler değil, çok yıllık bitkiler yetiştirilebilir. Örtü bitkileri kullanılarak toprak yüzeylerinin çıplak kalması önlenebilir. Bu uygulamalar aynı zamanda suyun yüzeysel akışını engelleyerek sellerin oluşumunu da azaltacaktır” ifadeleriyle açıkladı.
‘Barajlardan evlere kadar olan iletim hatlarındaki kayıp kaçak oranları düşürülmeli’
Su tasarrufu yapılacak diğer alanları da kaydeden Tolunay “Tarım dışında son yıllarda sanayide de su tüketimi arttı. Su tüketen, su verimliliği düşük olan sanayi tesislerine mümkün olduğunca az yönelmemiz gerekiyor. Sanayilerde de su verimliliği atık suyun yeniden kullanılması gibi çözümler üretilmesi gerekiyor. Kentlerde ise en büyük sorunumuz İstanbul’da nispeten düşük olsa da diğer kentlerimizde barajlardan evlere kadarki iletim hatlarında kayıp kaçak su oranı çok yüksek. Bazı illerde yüzde 50’leri bulabiliyor, İstanbul’da yüzde 20’nin altında. Bu kayıp kaçak su oranlarını da düşürmemiz lazım. Aynı zamanda bireysel olarak da mevsimin, iklimin yağışlı ya da kurak olup olmadığına bakmadan suyu her zaman daha az tüketmeye çalışmamız su tasarrufuna katkı sağlayacaktır” şeklinde konuştu.
Önümüzdeki yıllarda aşırı hava olayları artacak mı?
Tolunay “İklim değişikliğinin olası en tehlikeli etkilerinden bir tanesi aşırı hava olaylarının sıklığında, süresinde, etki alanında artışlar şeklinde kendini göstermesi. Sıcak hava dalgaları, kuraklık, şiddetli yağışlar, fırtınalar ve hatta orman yangınları, heyelanlar, çığlar gibi aşırı hava olaylarının gelecekte daha da artmasını bekliyoruz. Özellikle aşırı hava olayları için meteorolojide şöyle tanımlamalar vardır. Zaman bunlar sürekli gerçekleşir, 10 yılda bir görülen şiddetli hava olayları, seller, fırtınalar, 50,100 ya da 500 yılda görülen aşırı hava olayları şeklinde tanımlamalar vardır. Bunların sıklığı artacak. Örneğin 10 yılda bir görülen seller, bu süre zarfında 2-3 kere görülmeye başlayabilir. Bu nedenle aşırı hava olaylarının gelecekte çok daha fazla karşımıza çıkacağını biliyoruz” dedi ve şunları ekledi:
“Bu aşırı hava olaylarının afete dönüşmesi, can ve mal kaybına neden olması iklim değişikliği haricinde biz insanların hatalı faaliyetleri, davranışları nedeniyle oluyor. Örneğin seller artabilir ama dere ya da taşkın yataklarındaki yapılaşmayı kaldırırsak bu sellerin neden olduğu can ve mal kayıpları daha az olacaktır. Ama bunu dikkate almadan artan nüfus ile birlikte uygun olmayan yerlere, taşkın yataklarına, orman içlerine yapılaşmak ya da heyelan riski olan yerleri yerleşime açmak gibi uygulamaları yaparsak aşırı hava olaylarının verdiği zararlar giderek katlanacaktır. İklim değişikliğinden bağımsız olarak ekolojik ilkelere uygun yerleşim kararları, mekansal kullanım stratejileri geliştirmemiz gerekiyor. Çünkü bu hatalı arazi kullanım kararlarımız iklim değişikliğinin neden olduğu aşırı hava olaylarına çarpan etkisi yaratarak zararlarının katlanarak büyümesine yol açıyor.”
Sputnik