Birçok ülkede birden fazla resmi dil konuşuluyor. İsviçre'de 4, Güney Afrika'da 11 resmi dil var. Vasilevo Belediye Meclisi, Türk nüfusu yüzde 20'yi bulan kentte Türkçeyi ikinci resmi dil kabul etti. Bu durum gözleri Türkiye'ye çevirtti
Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde dil, "insanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelime veya işaretlerle yaptıkları anlaşma" diye tarif ediliyor.
İletişimin olmazsa olmazı dil, aynı zamanda bir milletin belirleyici unsurundan biri olarak biliniyor.
Büyük bir kısmı sadece bölgesel bazda kullanılsa da dünya genelinde 7 bin civarında dilin konuşulduğu tahmin ediliyor.
Şimdiye kadar birçok dil, asimilasyona maruz kaldığı veya kullanılmadığı için kayboldu.
Bu nedenle Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) birçok ülkede tehlike altındaki diller için koruma programları yürütüyor.
Dünya genelinde kaç tane resmi dil olduğu bilinmiyor, ancak birçok ülkede birden fazla resmi dil olduğu bilinen bir gerçek.
Bir diğer deyişle dünyanın farklı ülkelerinde birden fazla dil resmi olarak kabul ediliyor.
Örneğin İsviçre'de Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanca resmi diller. Güney Afrika'da ise 11 resmi dil var.
Yine Irak'ta Arapça ve Kürtçenin yanı sıra Süryanice ve Türkçe bazı bölgelerde resmi dil olarak kullanılıyor.
Kuzey Makedonya'da da Makedoncanın dışında ikinci resmi dil kabul eden ülkelerden biri.
Belediye meclisi Türkçeyi resmi dil olarak kabul etti
Geçen günlerde Kuzey Makedonya'nın Vasilevo kentinde Türk dili ve alfabesinin resmi kullanıma girmesi için adım atıldı.
Vasilevo Belediye Meclisi, Türkçeyi, Makedoncanın ardından ikinci resmi dil kabul edilmesi için karar aldı.
Karar, ülkede geçen yıl düzenlenen nüfus sayımında şehirde yaşayan Türklerin nüfusunun yüzde 20'yi aşması üzerine alındı.
İkinci resmi dil kabul edilen Türkçe, Vasilevo kentinde 1 Ocak 2023 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek.
Türkiye'de de Kürtçenin resmi dil olması için uzun süredir bir tartışma yaşanıyor.
Birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütü Kürtçenin resmi dil olmasını talep ediyor.
Hatta Kürtçenin resmi statü kazanması ve yaşamın her alanında kullanılması için imza kampanyaları bile düzenlendi.
Şu ana kadar bir sonuç alınmadı, talepler de sonlanmış değil.
Peki birçok ülke birden fazla dili resmi olarak kabul ederken, Türkiye bu konuda neden adım atmıyor?
"Avrupa dil ve etnik çatışmayı çözüme kavuşturdu"
Muş Alparslan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Kıran, dilin en temel insan hakları arasında yer almasına rağmen Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan beri konunun siyasi bir mesele olarak görüldüğü görüşünde.
Prof. Kıran'a göre cumhuriyetin kurucu kadroları daha başlangıçtan itibaren Türkçe dışındaki dillerin ülkede kullanılmasına müsaade etmedikleri gibi kucaklayıcı bir bakış açısına da sahip olmadılar.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra özellikle Avrupa Birliği'nde (AB) dil meselesinde çok hoşgörülü bir politika izlediğini, dil ve etnik haklar alanında yaşanan çatışmaları bitirme noktasına getirdiğini hatırlatan Kıran, "İspanya'da dil hakları ve etnik temelli çatışmalar uzun yıllar devam etti, ama İspanya AB'ye katıldıktan sonra bu sorunları çözüme kavuşturdu" dedi.
"Maalesef Türkiye'de Kürtçe dar bir açıyla ele alınıyor"
Yakın tarihte kurulan Kosova ve Kuzey Makedonya gibi ülkelerde bile dil hakları konusundaki uygulamaların hayata geçirilmesinde Türkiye'nin geride bırakıldığını ifade eden Kıran, bu ülkelerde Türkçenin resmi dil olarak tanındığını ifade etti.
Türkiye'de ise Kürtçe meselesinin çoğunlukla dar bir açıyla ele alındığını aktaran Kıran, "Bazı kesimlerde, sanki 'Kürtler dilini kullanırsa ülke bölünür' anlayışı hakim. Oysa bu son derece sakat ve yanlış bir anlayıştır. Aksine, Kürtçe bir statüye sahip olduğunda ve Kürtler ana dilleriyle eğitim alma haklarını elde ettikleri zaman, ülkedeki birlik ve beraberlik ruhu daha da güçlenir" diye konuştu.
Ünlü Kürt sanatçı Ciwan Haco'nun verdiği bir röportajda "Almanya için ölebilirim, çünkü Almanya benim dilimi ve varlığımı tanıdı" dediğini hatırlatan Kıran, devamında şunları kaydetti:
Demek ki devletler, kendi sınırları içinde yaşayan bir halk veya etnik bir grubun dil haklarını tanıdıklarında, insanlar daha çok o ülkeye güven duyup bağlanabiliyor. Türkiye nüfusunun üçte birinden fazlası Kürt ve Kürtler bu coğrafyanın en kadim halklarından biri. Bugün Suriye'den Türkiye'ye mülteci olarak gelen Araplar bile, dil hakları konusunda Kürtlerden daha şanslı bir konumdadırlar. Zira kendi ana dillerinde eğitim alabiliyorlar. THY Kürtçe hizmet vermiyor, ama Arapça hizmet veriyor."
"Kürtçe çok sert uygulamalara maruz kaldı"
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun da Türkiye'nin dil konusunda çok kadim korkuları olduğunu söyledi.
Türkiye'de birden fazla dilin konuşulmasının ülkenin birliğine helal getireceği yönünde kadim ve ezberlenmiş korkular olduğunu belirten Coşkun, "Siyaset bu konuda adım atmak istemiyor" ifadelerini kullandı.
Dil yasaklarının geçmişte çok daha sert uygulamalara maruz kaldığını aktaran Coşkun, "Özellikle Kürtçeye yönelik yasaklar çok daha sert bir şekilde kendisini gösteriyordu. Hem hukuki anlamda hem fiili anlamda Kürtçenin kamusal kullanımını engellemek için gerekli bütün tedbirler alınıyordu" değerlendirmesinde bulundu.
"Özgürlükçü bir perspektif geliştirilmeli"
Zaman içerisinde ve dünyanın da değişmesine bağlı olarak sert tedbirlerin bir kısmının gevşediğini ancak halen dile yönelik oldukça negatif bir bakış açısının olduğuna vurgu yapan Coşkun, sözlerini şöyle sürdürdü:
Eğer herhangi bir şekilde dile bir hak tanınacaksa da bunun en asgari de tanınması ve mümkünse kullanılmaması yönünde bir gayret sarf ediliyor. Türkiye'nin dil konusunda özgürlükçü bir perspektif geliştirmesini, özgürlükçü bir yasal düzenleme oluşturmasını da engelliyor. Bu nedenle halen Meclis'te Kürtçenin konuşulması problem yaratıyor, Kürt milletvekilleri Kürtçe konuştuğunda mikrofonu kapatılabiliyor. Dolayısıyla bu sorunlu bakış açısı devam ettiği müddetçe Türkiye'nin dil konusunda daha iyi bir hukuki ve sosyal çerçeve oluşturması maalesef zor gözüküyor."
"Tekçi anlayış adımların atılmasına müsaade etmiyor"
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) 3'üncü Dönem Genel Başkanı ve eğitimci yazar Alaaddin Dinçer ise Türkiye'nin kendine has karakteristik bir devlet yapısı olduğunu söyledi.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hakim olan tekçi anlayışın bütün süreçleri belirlediğine değinen Dinçer, "Bu nedenle tekçi anlayış devletin resmi ideolojisi haline gelmiş durumda" yorumunda bulundu.
Dinçer'e göre söz konusu tekçi anlayış ülkede azınlıklar dışındaki etnik farklılıkların üst kimliğini Türklük olarak tarif ediyor, daha demokratik ve çoğulcu farklı dillerin önünün açılmasına dair adımların atılmasına müsaade etmiyor.
"İki milliyetçi parti ittifakları kilitliyor"
Mevcut sistem içerisindeki siyasal kamplaşma ve kutuplaşmaya bakıldığında kısa ve orta vadede dil konusunda bir adımın atılmasının çok mümkün görmediğinin altını çizen Dinçer, "Şu an ülkede iki kutuplu bir hayat yürüyor. Bu hayatın bir tarafında Cumhur diğer tarafında da Millet İttifakı var. Aslında bir biçimde her iki milliyetçi partiyle de her iki ittifak bir biçimde kilitlenmiş durumda" dedi ve sözlerini şöyle tamamladı:
Bu ittifakların içindeki birtakım partiler bu konuda adım atma niyetleri olsa bile her iki ittifakı kilitleyen MHP ve İYİ Parti'nin adım attırmayacağını öngörüyorum. Bu nedenle kısa ve orta vadede bu konuda bir yol alınamayacağını düşünüyorum. Ama bu konuda yol alınmalı. Türkiye'nin demokratikleşmesi anlamında ve Kürt sorunun çözümü noktasında önemli bir işlev görecek. Ülkenin demokratikleşmesiyle eş zamanlı yürütülecek bir süreç olduğunu aynı zamanda bunun hem dil hem de eğitim biliminin ortaya koyduğu bir gerçeklik, bilimsel bir olgu olduğunu söylemek istiyorum. Bunun gerçekleşmesi, yaşam bulmasının gerekli olduğuna inanıyorum."