The Guardian gazetesi, Kral 3. Charles’ın özel mülkü olan Lancaster Dukalığının, vasiyeti ya da yakını olmayan kişilerin varlıklarını kendi ticari emlak portföyünü geliştirmek için kullandığını iddia etti.
Gazete, dukalığın son 10 yılda 60 milyon pound topladığını ve bunun sadece küçük bir kısmını hayır kurumlarına bağışladığını yazdı.
Feodal sistemden gelen gelir
Lancaster Dukalığı, İngiltere’nin kuzeybatısında binlerce hektar arazi ve emlak işleten, Kral 3. Charles’ın özel mülkü olan bir kurumdur. Dukalık, feodal dönemlere kadar uzanan eski bir sistem kapsamında, vasiyeti ya da bilinen bir yakını olmadan ölen kişilere ait finansal varlıkları toplama hakkına sahiptir. Bu varlıklar Bona Vacantia olarak adlandırılır ve dukalığın gelirini oluşturur. Dukalık, Bona Vacantia gelirlerinin masraflar düşüldükten sonra hayır kurumlarına bağışlandığını iddia eder.
Gizli politika ve mülk iyileştirmeleri
Ancak The Guardian gazetesi, dukalığın iç belgelerine ulaştığını ve bunların Bona Vacantia gelirlerinin gizlice Kral’a ait olan ve kar amacıyla kiralanan mülklerin yenilenmesini finanse etmek için nasıl kullanıldığını ortaya koyduğunu yazdı. Gazeteye göre, 2020’de sızdırılan bir dukalık iç politikası, kralın malikanesindeki yetkililere, Bona Vacantia fonlarını kar getiren portföyünün geniş bir yelpazesinde kullanma lisansı verdi. Kod adı SA9 olan politika, paranın bu şekilde harcanmasının kralın kişisel geliri olan özel cüzdana fayda sağlayabileceğini kabul etti.
Gazete, fonların kullanımına uygun olarak tanımlanan mülkler arasında şehir evleri, tatil evleri, kırsal evler, tarımsal binalar, eski bir benzin istasyonu ve Yorkshire’da sülün ve keklik atışlarını kolaylaştırmak için kullanılan ahırlar yer aldığını yazdı. İyileştirmeler arasında yeni çatılar, çift camlı pencereler, kazan kurulumları ve kapı ve lentoların değiştirilmesi yer alıyordu. Bir belgede, Yorkshire’daki eski bir çiftlik evinin yenilenerek üst düzey bir konuta dönüştürülmesine yardımcı olunduğundan bahsedildi. Bir başka iyileştirme ise bir çiftlik binasının ticari ofislere dönüştürülmesine yardımcı oldu.
Türkiye’de yürürlüğe giren ‘Tapuya el koyma’ yasasına ne çok benziyor
Kentsel dönüşüm yasası Meclis’ten geçti: Mahalleleriniz rezerv alan ilan edilebilir
TBMM Genel Kurulu’nda, kentsel dönüşüme yönelik düzenlemeler içeren kanun teklifi kabul edildi. Teklif, yerleşim yerlerinde yer alan parsellerin de rezerv yapı alanı olarak belirlenebilmesine olanak tanıyor. Bu da, şehir merkezlerinde üzerinde yapı bulunan alanlar, özel mülkiyetler, parklar ve askeri alanlar da dahil olmak üzere, herhangi bir alanın boşaltılıp yerine depreme dayanıklı binalar yapılabilmesi anlamına geliyor.
Rezerv yapı alanı nedir?
Rezerv yapı alanı, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’da tanımlanan bir kavram. Mevcut uygulamada, bir yerin rezerv alanı olabilmesi için üzerinde yapı olmaması ve meskûn mahal dışında yer alması gerekiyordu. Ancak yeni yasayla birlikte, meskûn mahal şartı kaldırıldı. Böylece, yerleşim yerlerinde yer alan parsellerin de rezerv yapı alanı olarak belirlenmesi mümkün hale geldi.
Rezerv yapı alanı ilan edilen yerlerde ne olacak?
Yeni yasaya göre, rezerv yapı alanı ilan edilen yerlerde oturanlar, 90 gün içinde evlerini boşaltmak zorunda. Aksi takdirde, kolluk kuvvetleri ile kapıları açılarak müdahale edilecek. Bu durum, Medeni Kanun’da tapu ve mülkiyet dokunulmazlığına aykırı olduğu için eleştiriliyor. Rezerv yapı alanı ilan edilen yerlerde oturanlar, Toplu Konut İdaresi’nin gösterdiği bölgelere yönlendirilecek. Bu da, oturdukları mahalle ve çevreden koparılmaları anlamına geliyor.
Yasa kimleri etkileyecek?
Yeni yasayla birlikte, kentsel dönüşüm uygulamalarının hızlanması ve yaygınlaşması bekleniyor. Bu da, şehir merkezlerinde yaşayan milyonlarca insanı etkileyecek. Özellikle, iktidarın kendisinden olmayan belediyelere ait açık alanlara müdahale etmesinin çok daha kolay olacağı ifade ediliyor. Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Esin Köymen, yasanın kent mekanlarını yeni bir sınıf çatışmasının mekanı haline getirmeye çalıştığını söylüyor. Köymen, yasanın, kentlerin rant ve spekülasyon odaklı dönüşümüne hizmet edeceğini, kentlilerin hak ve taleplerini yok sayacağını, kentlerin kültürel ve tarihi mirasını tahrip edeceğini ve kentlerin ekolojik dengesini bozacağını vurguluyor.