Siyah Sancak, Osmanlı istihbaratının direniş operasyonları ile özdeşleşmişti
Cumhuriyetimizin 100. yılı coşkuyla kutlandı.
"Cumhuriyet tarihinin en güçlü simaları kim" diye sorulsa şüphesiz birincisi Atatürk ise dostu da düşmanı da ikincisi Erdoğan diyecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, simgeleri tesadüfen seçen yahut farkında olmayan bir lider değil.
Her ayrıntıya muntazam itina gösteren ve bununla mesaj vermeyi bilen bir siyasetçi.
Cumhuriyet kutlamaları sırasında çoğu kişi "Vahdettin Köşkü" üzerine odaklansa da Cumhurbaşkanı Erdoğan asıl mesajları gösterileri izlerken verdi.
Evvela yanındaki yöresindeki subayların kılıçları kınında değildi.
Bununla muhatabına hazırız mesajı verdiği aşikardı; ama asıl şaşırtıcı olan "Siyah Sancak" idi.
Türk askeri ve istihbarat tarihinde çoğu efsane ile karışık da olsa "Siyah Sancak"ın temsil ettiği pek çok anlam literatürde karşımıza çıkıyor.
Bu bayrağın Osmanlı askeri ve siyasi jargonuna ilk defa Yavuz Sultan Selim zamanında görüyoruz.
Siyah Bayrak her şeyden evvel hilafet makamını temsil ediyordu.
Hilafet makamının Osmanlılara tam olarak nasıl geçtiğine dair rivayetler muhtelif bir görünüm arz ediyor.
Sultan Murat Hüdavendigar ve Fatih Sultan Mehmet bu makamı sıfat olarak üzerine almaya çalışmışsa da Halifelik makamını resmen üzerine almayı başarabilen kişi 'Hâdimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn: Halife Yavuz Sultan Selim'dir.
Bu da Mekke ve Medine'nin Osmanlı'ya katılması ile mümkün olmuştu.
Bu ayrıntıdan anlaşılabileceği üzere bazı çevrelerce bugün halifeliğin geri gelebilmesi için; hükümdarın Mekke ve Medine'nin idaresini elde tutması elzem.
Aksi halde kendisini halife ilan edecek kişi Kureyşli olmamak ithamıyla suçlanır.
Osmanlı bu ithamların önünü kesebilmek için Lütfi Paşa'ya "Halâsu'l-Ümme fî Ma'rifeti'l-Eimme" risalesini yazdırmıştı.
Yine de İngilizlerin teşvikiyle Osmanlı hilafetine karşı en büyük Arap isyanlarının temel dayanak noktası 'Halifenin Kureyşli olmaması' suçlamasıydı.
Halifenin Kureyşli olması gerekliliği iddiasını savunanların başında da İbn Haldun geliyordu.
Haldun her ne kadar nesebin gözetilmesindeki mantığı tam olarak açıklayamıyorsa da bu konudaki maslahatı tartışmaya kapatıyordu.
Ona göre peygambere ülfet, nizam için olmazsa olmazdı:
Bütün şer'î hükümler için mutlaka bir takım maksatlar ve hikmetler vardır. Dinî hükümler bunları ihtiva eder ve bunlar için teşri edilir. Biz Kureyş nesebinden olma hususunun şart kılınmasındaki hikmeti ve Şâri'in bundaki maksadını araştırdığımız zaman, umumiyetle zannedildiği gibi bu hususta Nebi (s.a.)'nin vuslatı (ve nesep bağı) ile teberrük etme hali ile iktifa edilmediğini göreceğiz. (Sırf Hz. Peygamber'le ilgili güzel bir hatıradır, diye onun kabilesinden olma şart kılınmış değildir).
Her ne kadar söz konusu vuslat (ve Nebi'nin soyundan olma hali) mevcut ve onunla teberrük hasıl olmuş ise de, bilindiği gibi teberrük şer'î maksatlardan değildir. Şu halde nesebin şart kılınması suretiyle mutlaka bir maslahat gözetilmiş olacak. Bu şartın teşri kılınmasından maksat o maslahattır.
Yaptığımız inceleme ve araştırma sonunda, (nesep konusunda) sadece asabiyete itibar edildiğini görürüz. Himaye ve mutalebeye, savunma ve taarruza esas teşkil eden, var olması halinde mansıp sahibine karşı yönelen tefrika ve ihtilafların ortadan kalkmasına vesile olan, söz konusu asabiyettir. İmdi İslâm cemaati, bu mansıp sahibi ve onun ailesi (asabesi) ile sükûn bulur, ülfet bağı bu sayede nizama girer.
Kutsal beldelerin hakimiyeti Osmanoğlu hanedanına geçmesiyle beraber Yavuz, bazı kutsal emanetleri payitaht İstanbul'a gönderiyor.
Bu emanetler içerisinde Halifeliğin sembolü ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in ordusunda kullandığı siyah sancak da bulunuyor.
Bu sembolden ise ilk defa 1596 yılında yararlanma yoluna giden padişah ise Üçüncü Mehmet oluyor.
Bilhassa Viyana hayali ile hareket eden Sultan Üçüncü Mehmet dini motiflerden yararlanma yoluna gitti.
Bilhassa sınır boylarına yapılan harekatlarda Yeniçerilerin düzensiz tavrını bastırmak için "Siyah Sancak"ı bir motivasyon aracı olarak değerlendirecekti.
"Alem-i Nebevî" olarak da bilinen bu sancağın Osmanlı idaresinde güçlü bir siyasi argümana dönüşmesi Sultan İkinci Abdülhamit zamanına denk gelecekti.
Osmanlılar uzun yıllar Hilafet makamını kullanmamayı tercih etmişti; çünkü Osmanlı'nın toplum unsurları ve imparatorluk dinamikleri bunu zorunlu kılıyordu.
İmparatorluğun dağılmaya başlamasıyla beraber Halifelik artık bir can simidine dönüştü.
Bu makam ilk defa; Osmanlı tarihindeki utanç vesikalarından birisi olarak kabul edilen 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile kendisine yer buldu.
Osmanlı bu antlaşmayla bir İslam toprağını ilk kez kaybetmiş; fakat buradaki Müslüman halkını korumak için anlaşmanın 3'üncü maddesine Halifenin koruması altında olduklarını koydurtmuştu:
...ve lâkin mezhepleri ehl-i İslâm'dan olup zât-ı madeletsimat-ı şehriyaranem İmâmü'l-mü'minîn ve halifetü'l-muvahhidîn olduğuna binaen taife-i merkuma ahdolunan serbestiyeti devlet ve memleketlerine halel getirmiyerek umûru diniyye mezhebiyelerine taraf-ı hümâyunum hakkın şerîat-ı İslâmiyye muktezasınca tanzim ederler…
(Ramazan Yıldırım,
20. Yüzyıl İslam Dünyasında
Hilafet Tartışmaları)
Hilafet bugünkü anlamıyla siyasi gücünü Sultan Abdülhamid döneminde bulmuştu.
Sultan Abdülhamid tahta çıkar çıkmaz Balkanlardaki toprakların yabancı devletlerce adeta yağmalanmasına şahit olmuş, bu durum onu ciddi tedbirler almaya yöneltmişti.
Balkan akıbetinin Doğu Anadolu'da Ruslar, daha güneyde de İngilizler eliyle hayata geçirilmesi içten bile değildi.
Hemen harekete geçen Sultan Abdülhamid, Kürtler ve Arapların imparatorluğu olan bağlılığını güçlendirmeye koyuldu.
Bu stratejiyi hayata geçirebilecek en büyük güç halifelik makamıydı.
Bu makamın en mücessem simgesi de şüphesiz Siyah Sancak'tı.
İslam dünyası ve Osmanlı geriledikçe "Siyah Sancak" bir çeşit direniş sembolü halini almaya başladı.
1909 yılından itibaren "Siyah Sancak" Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir çeşit simgesi haline geldi.
1911 yılında Trablusgarp direnişinde ise Türk subaylarının direniş sembolüne dönüşür.
Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran İttihat ve Terakki Partisi'nin genç subayları da anti-emperyalist tutumlarıyla bu sömürgeci devletine karşı sert muhalefet içindeydi.
Hükümet İtalyanlara karşı koyabilecek bir askeri güç ve ekonominin mümkün olmadığını biliyordu.
Fakat bir grup gönüllü subayın İtalyanlara karşı gayrinizami harp teklifini Genelkurmay Başkanlığı kabul etti.
Bu subaylar içinde Enver Paşa, Mustafa Kemal, Süleyman Askeri, Kuşçubaşı Eşref, Halil Bey, Fethi Bey gibi ileride Türki siyasal hayatında önemli işlere imza atacak genç isimler vardı.
Molla, tüccar ve öğretmen kılıklarında bu isimler İngiliz idaresi altındaki Mısır ve Fransız idaresindeki Fas yolunu kullanarak bölgeye geçiş yapmaya başladı.
Bu gençlerin içinde Enver, Süleyman Askeri ve Kuşçubaşı Eşref'in en önemli özelliği gerilla tarzı çatışma ve baskın yapma konusunda sahip oldukları tecrübelerdi; Enver Paşa Selanik bölgesinde dağlarda önce çeteleri kovalamış, sonra bizzat kendisi bir isyancı olarak dağa çıkmıştı.
Kuşçubaşı Eşref ise özellikle Hicaz bölgesinde uzun yıllar eşkıyalık yapmış; ancak Sultan Abdülhamid'in kendisini affettiğini bildiren irade-i seniyye ile Bursa'da bir çiftliğe yerleştirilebilmişti.
Bu iki isim İtalyanlara karşı girişilecek çatışmalarda belirleyici olacaktı.
Hatta bilhassa Kuşçubaşı Eşref'in geliştirdiği baskın yöntemleri ilerleyen yıllarda Ömer Muhtar isyanında da yoğun bir biçimde kullanılacaktı.
Trablusgarp direnişinde "Siyah Sancak" Türk subayları ile özdeşleşen bir semboldü.
Trablusgarp direnişi sonrası "Siyah Sancak" Türk istihbaratının saha çalışmaları ile özdeşleşti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın verdiği mesajı da arif olanların muhakemesine bırakıyoruz.
Şüphesiz o bayrak oraya tesadüfen konulmamıştı ve muhatabına sert bir gönderme ihtiva ediyordu.