Türkiye'nin Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek liderliğindeki yeni ekonomi yönetimiyle düşük faiz politikasından en azından bir süre, uzaklaşması bekleniyor. Bunun Türkiye'nin erişebildiği uluslararasası sermayeyi çeşitlendirip bollaştıracağı sanılıyor. Ancak BBC Türkçe'ye konuşan uzmanlar, "Erdoğan yönetiminin dayandığı sınıfsal taban ve mevcut iktidar bloku dengeleri düşünüldüğünde" ara dönemin uzun sürmeyebileceği tahmininde bulunuyor.
Yabancı yatırımların, ülkede yeni iş kurmak ya da var olanları satın almak yoluyla getirilen doğrudan yatırımlar, “sıcak para” olarak adlandırılan ve hisse ve tahvil gibi alımları anlatan portföy yatırımları ve borç olarak alınan yabancı krediler gibi türleri bulunuyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 20 yılı aşan iktidarının erken dönemlerinde yabancı sermayenin Türkiye'ye akışı görece kolayken, son dönemde gerek sıcak paranın gerek doğrudan yatırımların hız kestiği görülüyor.
Örneğin 2012'de toplam 38,4 milyar dolara ulaşarak tarihi en yüksek seviyeye ulaşan portföy yatırımlarından, faiz politikası ve Türkiye'nin risk priminin (CDS) yükselmesi gibi nedenlerle 2022'nin ilk 9 ayında 11,1 milyar dolarlık çıkış yaşanmıştı.
2007’de 18,4 milyarla tüm zamanların rekorunu kıran doğrudan yatırımlar ise son yıllarda ortalama 4-5 milyar dolar düzeyinde.
'Global krizlerin öngörülemeyen olumsuz sonuçları iç piyasada yıkıcı sorunlara yol açıyor'
Uzmanlara göre Türkiye'nin yabancı sermayeye bağımlılığının tek bir sebebi yok.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan İspanya'da Barselona Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde Dr Öğretim Üyesi Fulya Apaydın, bunun 1980 sonrasında "piyasa liberalizmi reformlarını uygulamış olan ülkelerin ortak sorunu" olduğunu belirtiyor:
"Çünkü ticari ve finansal serbestleştirme sonrası ağırlıklı olarak çoğu işlem dolar üzerinden fiyatlandırılıyor. Bu da uluslararası para hiyerarşisinin aşağısında yer alan çevre ülkelerde bulunan üreticilerin ve hizmet sağlayıcıların dolar talebini artırıyor. Bu artan talebi karşılamanın bir yolu dış sermaye girişlerini destekleyecek politikaları uygulamaya koymak.
"Bu da bir kısır döngü yaratıyor çünkü bu sefer küresel çalkantılara daha açık hale geliyorsunuz ve global krizlerin öngörülemeyen olumsuz sonuçları iç piyasada yıkıcı sorunlara yol açıyor."
BBC Türkçe'ye konuşan Kadir Has Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Mehmet Kerem Çoban, yabancı sermayeye bağımlılığın "son 20 yıldaki siyasi tercihlerle yapısal bir soruna" dönüştüğünü söylüyor.
Türkiye'ye gelen doğrudan yatırımların çoğunlukla özelleştirmeler yoluyla sağlandığını söyleyen Çoban'a göre Türkiye'nin "sermaye bağımlı ve kredi bazlı tüketim ekonomisi" modelini izlemesi, bağımlılığın bir "kısır döngü" halinde ilerlemesine neden oluyor.
Bu modelde verimliliğin temel problemlerden olduğunu belirten Çoban, büyümenin katma değerli üretimle sürdürülebilirliği Toplam Faktör Verimliliği (TFV) sorununa işaret ediyor.
Ekonomik büyümenin katma değerli üretimle sürdürülebilirliği Toplam Faktör Verimliliği (TFV) adı verilen bir ölçümle hesaplanıyor.
Türkiye ekonomisinde sürdürülebilir bir büyüme için TFV artışlarının yüzde 1 civarında olması gerektiği düşünülüyor. 2021'de yapılan bilimsel bir çalışmaya göre 2003-2013 döneminde ortalama yüzde 0,9’luk bir TFV büyümesi yakalayan Türkiye ekonomisinin, 2014 itibarıyla TFV artışı negatif gerçekleşiyor.
Bu da büyümenin sermaye artışıyla fonlanarak sürdürülebilir olmadığı anlamına geliyor.
Fulya Apaydın, AKP iktidarının ihracatı artırmaya odaklı büyüme stratejisinin ithal girdiye bağımlı olmasıyla yabancı sermaye sorununu çözemediğini belirtiyor:
"İhracatı artırmaya çalışarak rezervleri artırayım, dış sermayeye bağımlı kalmayayım deseniz bile bunu pratikte hayata geçirmeniz çok zor, çünkü ticari serbestleştirme sonucu ithal girdiye bağımlı bir ihracat sektörü gelişti Türkiye özelinde."
Hükümetlerin iktisadi büyüme modelini değiştirmesi zaman ve kaynak gerektirdiği ve kendilerini destekleyen grupları olumsuz etkileyebileceği için kolaylıkla tercih edilmiyor.
'Erdoğan yönetimi görece geniş bir iktidar blokunu etrafında tutabildi'
Uzmanlara göre AKP, Türkiye'nin dış finansman bağımlılığını "zikzaklar çizerek" yönetse de attığı adımlar iç politikada elini güçlendirdi ve seçimleri kazanmasında etkili oldu.
Merkez Bankası verilerine göre 2023'ün ilk üç ayında Türkiye'ye 2,3 milyar dolarlık doğrudan yatırım yapıldı. Ülkeye en fazla doğrudan yatırım getiren ilk üç ülke sırasıyla Hollanda, Fransa ve Almanya oldu.
Buna karşı Batılı yatırımcıların Türkiye'ye duyduğu ilgi önceki dönemlere kıyasla azaldı.
Bloomberg verilerine göre Türkiye'de, son dönemde Batılı sermayenin azalan ilgisinden doğan boşluğu Körfez ülkeleri doldurdu.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Kanada, York Üniversitesi'nde Misafir Öğretim Üyesi Dr. Ali Rıza Güngen, "İktidarın zor zamanlarında hem Körfez’den hem de Rusya’dan sıra dışı bir destek geldiği doğrudur" diyor ve ekliyor:
"Körfez ülkelerinden Katar, 2010’lar sonunda doğrudan yatırımlarını hızla artırdı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) bankalarının sendikasyonda başı çektiğini gördük.
"Aynı zamanda BAE uluslararası doğrudan yatırım bakımından da 2022’de en fazla yatırım gelen 3. ülke oldu. Bizzat Erdoğan’ın söylediği üzere kritik zamanlarda Merkez Bankası’na da ödünç para verildiğini anlıyoruz.
Güngen bu durumun AKP'nin seçimleri kazanmasına katkısını şöyle açıklıyor:
"Bu iç politikada AKP’nin 2020-21’de kesintilere uğramış da olsa yeniden düşük faiz denemesinde bulunmasını, 2021 sonunu takiben de 2023 seçimlerine kadar büyük bir döviz çalkantısını engellemesini sağlamıştır demek abartı olmayacak.'
"Sonuç zikzaklar çizse de Erdoğan yönetiminin görece geniş bir iktidar blokunu etrafında tutabilmesidir, aynı zamanda sürekli büyük bir felaketin içinde olduğumuzu vurgulayan ana muhalefet partisi ve Millet İttifakı bloğunun söylemini boşa düşürecek bir manevra alanının yaratılmasıdır."
'Nebati akıl dışılığı, Şimşek rasyonaliteyi simgelemiyor'
Seçimlerden zaferle çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mehmet Şimşek'i Hazine ve Maliyet Bakanlığına, Hafize Gaye Erkan'ı da Merkez Bankası Başkanlığına atadı.
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, Perşembe günü faiz kararını açıklayacak.
Türkiye'nin yeni ekonomi yönetimiyle birkaç yıldır süren düşük faiz politikasından uzaklaşması bekleniyor.
Bu değişimin yabancı sermayenin ülkeye girişini artırması bekleniyor.
BBC Türkçe'ye görüş veren uzmanlara göre ise potansiyel sermaye akışının, özellikle AKP iktidarının dayandığı iş gruplarının beklentileri düşünüldüğünde, kalıcı olup olmayacağı muallak.
York Üniversitesi'nden Dr. Ali Rıza Güngen, "Bütçe disiplinini sağlamış bir devlet, sıkı para politikası uygulayan bir Merkez Bankası, uluslararası yatırımcılar tarafından o ülke tahvillerini çekici kılıyor" diyor ve ekliyor:
"Mehmet Şimşek ve şu ana kadar yaptıkları 2021 sonundan itibaren 'Dönüş yok' vurgusuyla pazarlanan ve yeni ekonomi modeli olarak sunulan düşük faiz, yüksek enflasyon ve yüksek istihdam politikasına bir mola verileceğine işaret ediyor.
"Yeniden ayarlama, Merkez ülkelerdeki para politikası ve finansal genişlemeye bağlı olarak Türkiye’ye ek finansman girişine yol açabilir. Tahvil piyasasında tekrar yabancı varlığı görülebilir.
"Kısacası, bu mola birkaç çeyreği geçer ve birkaç yıla yayılırsa o zaman Şimşek’in vadettiği çeşitlenme ve bollaşma görülebilir. Fakat Erdoğan yönetiminin dayandığı sınıfsal taban ve mevcut iktidar bloku dengeleri bu tarz bir uzun araya (ara döneme) izin vermeyecektir kanısındayım."
Güngen, AKP'nin son dönemde bazı gözlemciler tarafından "irrasyonel" olarak görülen düşük faiz politikasıyla farklı bu iş gruplarının talepleri arasında bilinçli bir önceliklendirme yaptığını savunuyor:
"2010’ların sonunda biraz daha palazlanan yeni ihracatçılar Türkiye’yi emek yoğun bir üretim merkezi haline getirip, küresel rekabetçiliği buradan oluşturmak istediler.
"Büyük ölçekli ve uluslararasılaşmış sermaye grupları açısından gevşek para politikası Lira'nın değerini düşürürken, küresel rekabet güçlerini zayıflatıcı bir belirsizlik yaratıyor.
"Ancak orta ölçekli ve iktidarla organik bağı olan birçok grup nazarında kendi güçlerini artırmanın biricik yolu bu tarz bir müdahaleden geçiyordu.
"Son 10 yılı karakterize eden ekonomi politikası zikzaklarının arkasında bu grupların mücadelesi ve Erdoğan yönetiminin farklı sermaye gruplarını etrafta tutma çabası yatıyor.
"İktidardakiler ve sermaye sahipleri açısından son derece rasyonel bazı politikaları, Türkiyeli gözlemcilerin otomatik bazı sonuçlar doğuracak ve sermaye açısından kriz üretecek akıl dışı uygulamalar olarak resmetmekten vazgeçmeleri gerekiyor.
"Nebati akıl dışılığı, Şimşek rasyonaliteyi simgelemiyor. Nebati sadece Körfez ülkelerine mahkumiyet, Şimşek Körfez’le ilişkilerin sonlanması anlamına gelmiyor. Ekonomi politikalarını A, B’ye varıyorsa, C’den yola çıkan B’ye hiçbir şekilde varamaz gibi bir kategorizasyonla okumayı bırakmak gerek."
'Oldukça pragmatik atamalar'
Kadir Has Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Mehmet Kerem Çoban, Mehmet Şimşek'in atanmasıyla ekonomide bir "makas değişikliği" olacağını tahmin etmediğini belirtiyor.
Yeni atamaları "oldukça pragmatik" bulduğunu belirten Çoban, bunların Türkiye'nin uygulanan büyüme modeliyle hayatta kalması için gereken sermaye ihtiyacıyla bağlantılı olduğunu söylüyor:
"Ekonomik modelin yakıta ihtiyacı var: Dış pazarlarda faiz artışlarıyla talebin daha fazla artmaması beklentisi ihracatın törpüleneceği anlamına geliyor. Ülkenin rezervleri bu kadar erimiş, cari açık devam ederken aynı modeli sürdürmeniz için tasarruf açığına yönelik finansal kaynak bulmanız gerekiyor."
Fulya Apaydın ise Türkiye gibi ülkelerde para ve maliye politikasının finansal mühendislerin etkisi altında şekillendiğini kaydediyor:
"Küresel krizlerin olumsuz etkilerine açık çevre ülkelerde gözlemlediğimiz bir akım var. Özellikle finansal serbestleştirme reformlarını uygulamaya koymuş olan ülkelerde para ve maliye politikası giderek finansal mühendislerin etkisi altında şekilleniyor.
"Bunun sebebi sermaye akışlarının olumsuz etkilerinin gitgide artması ve çözüm olarak uzun vadeli politikalar geliştirmek yerine kısa vadeli muhasebe icatlarının ve finansal mühendisliğe dayalı çözümlerinin daha cazip hale gelmesi. Sayın Mehmet Şimşek'in durumunu da bu perspektif ışığında değerlendirmek gerekir."
Mehmet Kerem Çoban, Merkez Bankası Başkanlığına Hafize Gaye Erkan'ın atanmasının uluslararası sermayenin girişini kolaylaştırabileceğini ancak faiz konusunda çatışmanın devam edebileceğini söylüyor:
"Halihazırda finansal mühendisliği zaten yapan bir bankanın bir finans mühendisini başkan olarak getirmesinin, uluslararası sermayenin içerisinden birisinin getirmesinin sonucu bu mühendisliğin devam etmesi olacaktır.
"Bunun yanında uluslararası piyasalarla biraz daha konuşur hale getirilip bu ilişki ağlarının içerisinden sermaye getirilmesi sağlanabilir. Modele kaynak sağlarsınız ama büyüme modeli ya da rejim kolay kolay değişmeyecektir.
"Zaten 'Ben faiz konusunda hala aynı yerdeyim' deniliyor. Bunu biraz da düşük faiz isteyen ihracatçı KOBİ'lere 'Ben hala aynı yerdeyim, fırsat penceresi ortaya çıktığında oraya ineceğim' mesajını vermek için söylediğini düşünüyorum."
BBC Türkçe