Osmanlı'nın karanlık dönemlerinden birisi olan Sultan İbrahim devrinin en esrarengiz simalarından birisi olan Şekerpare Hatun, padişahla kurduğu dostluk sayesinde büyük bir servet elde etmişti
Mehmed Mazlum Çelik
Sultan İbrahim, ağabeyi Dördüncü Murat'tan sonra tahta geçmişti.
Akli melekeleri yerinde olmadığı için kendisine "Deli Padişah" denildi.
Kösem Sultan'ın iktidar hırsı ve ağabeyinin celali tavrı Sultan İbrahim'in sinirlerini fazlasıyla harap etmişti.
Etrafının yönlendirmeleriyle Osmanlı sarayı tam bir entrika merkezi haline gelmişti.
Sözgelimi, Safranbolulu Cinci Hüseyin isminde bir sahtekar Kazaskerliğe kadar yükselmiş ve adaleti tesis eden kadılık makamını parasını bastırana satıyordu.
Padişah, liyakatli vali ve devlet adamlarını ya idam ettiriyor yahut da memleketin ücra bir köşesine göndererek pasif göreve çekiyordu.
Varvari Ali Paşa, bu kanunsuzluğa ve yozlaşmış iktidara karşı Sivas'tan ordusuyla yürüyüp az daha İstanbul'u ele geçirecekti.
Varvari'yi ittifak ettiği valilerin kendisine ihanet etmesi durdurmuştu ancak.
Elbette İbrahim Sultan'ın hayırlı icraatları da vardı. Örneğin, bugün Emirgan'a adını veren Emirgun Yusuf Paşa'yı iktidara geldiğinde katletmesi son derece isabetli bir karardı.
Birçok kötü huyu tüm İstanbul tarafından bilinen Yusuf Paşa, Dördüncü Murat'ı içki alemlerine alıştırmış ve türlü eğlencelerle Sultan'ın imajını zedelemişti.
Yusuf Paşa, Dördüncü Murat vefat ettikten sonra ülkesi İran'a gitmeye çalışırken engellenmiş ve öldürülmüştü.
Sultan İbrahim'in devrinde kötü imaja sahip olanlar yalnızca Kösem Sultan ve Cinci Hüseyin Efendi değildi.
Bir de Şekerpare Hatun isminde bir haseki vardı ki rüşvetle biriktirdiği servet Cinci Hüseyin'in servetiyle yarışırdı.
Eyüpsultan'da bir türbe hikayesi
Eyüpsultan'da, gidenler bilir, bir Şekerpare Hatun Türbesi var.
Türbe incelendiğinde ise içeriden herhangi bir kadının sandukası bulunmaz; çünkü türbeyi yaptıran kişi olan Şekerpare Hatun, yaptırdığı bu türbede yatmıyor.
Gelin nedenini beraber inceleyelim.
Şekerpare Hatun, saraya bir Çerkes cariyesi olarak getirilmişti. Asıl adı Zehra Şehsuvar Hatun'du.
Saraya giriş tarihi 1640-42 arası olduğu muhtelif kaynaklarda geçer. Ona "Şekerpare" sıfatını ise Sultan İbrahim vermişti.
Şekerpare, her ne kadar bir tatlı olarak bilinse de esasında bir kayısı çeşidi. Hoş, tatlı anlamı vermek için kullanıldığı anlaşılıyor. Yazının bundan sonraki kısmında biz de yalnızca bu sıfatı kullanacağız.
Şekerpare Hatun'un, sarayda Kösem Sultan'ın tedrisatından geçtiği söylenebilir.
Dolayısıyla siyasi konularda kadınların nasıl güç devşirebileceklerini ve konumlarını nasıl tahkim edebileceğini ustasından öğrenmişti.
Bazı kaynaklarda fiziki olarak "150 kilo" gibi ibareler olsa da buna dair ciddi bir kayıt ve belge ne yazık ki göremedik.
Muhtemelen birçok kişi Şivekar Sultan ile Şekerpare Hatun'u birbirine karıştırıyor olmalıydı.
Zaten Şekerpare Hatun'un sarayda güçlendiren Sultan İbrahim ile ilişkisinden ziyade padişaha güzel cariyeler bulmasıydı.
Şekerpare, İstanbul hamamlarını gezer ve padişaha layık gözdeler bulurdu.
Burada oryantalist bir harem algısı çıkmamalı elbette; çünkü Osmanoğlu Hanedanlığı'na acil bir varis gerekiyordu ve Sultan İbrahim'in akli melekeleri yerinde değildi.
Bu yüzden bir erkek evlat, devlet için beka meselesi haline gelmişti.
Şekerpare'nin 1647 yılında Kara Musa Paşa ile evlenmesi gücüne güç katan bir hadise; ama Sultan İbrahim'in nedimesi ve sırdaşı olması gücünün asıl kaynağını teşkil edecekti.
Bu güç sonrası saraya işi düşen birçok devlet adamından rüşvet alarak işleri halletmeye başlamıştı.
Şekerpare'nin en büyük hatası gözden düştüğünü düşündüğü Kösem Sultan ile karşı karşıya gelmesi oldu.
Bu konuda iki iddia bulunuyor: ilki ve zayıf olan iddia Şekerpare'nin Kösem Sultan'a şiddet uyguladığıdır ki bu mümkün değil.
İkinci iddia ve Şekerpare'nin Kösem Sultan'ı yok saymasıdır ve Kösem'in sarayda Şekerpare'yi darp ettirmesid.
Neticede bu olay Şekerpare'nin sürgün edilmesine neden olur.
Şekerpare'nin sürgünü ve sonrasında ortaya çıkan büyük servetini Naima'dan okuyalım, nitekim Naima'da şiddet uygulayanın Kösem Sultan olduğunu söyler:
Cumade'l-ûla'nın üçüncü hamis günü (Haziran 1648), musahibelerden Şekerpare Hatun, birçok işlere adı karışıp, kendisine bağlı adamları aracılığıyla rüşvet alıp haddini aştığı için diğer musahibelerle zıtlaştığı, konuyla ilgili Valide Sultan hazretleriyle aralarında geçen konuşma münakaşaya dönüştüğü, hatta Valide Sultan'ın onu kırbaçlayarak cezalandırdığı duyulur. Durum padişahın kulağına ulaşınca aynı gün bulunduğu yerden alınır ve bir kayığa konularak Sakız'a sürülür.
Çoğunlukla onunla sohbet etmek için Şekerpare'nin sarayında bulunan Halep'ten ma'zûl Hasan Paşa'nın eşi Ebe kızı Hamide Hatun, o sırada orada olduğu için onun da sürgüne gönderilmesi ferman buyrulur. Fakat Hamide Hatun'un akıllı bir cariyesi 'Hamide Hatun benim' diyerek kendisinin kayığa bindirilmesini sağlar. Bu şekilde Hamide kurtulur ve cariyesi davranışı ile ün kazanır.
Şekerpare'nin malının müsadere edilmesi ferman olur, yakın adamlarından Sebzeci Süleyman ve Dede adlı iki kişiye sorulur. Bu iki kişi Şekerpare'nin gücü ve ününden yararlanarak çok zengin olup dönemlerinin Karun'u haline gelmişlerdir. Valide Sultan'ın yaptırdığı handa bir oda 16 sandık mücevher, altın ve gümüş ile doludur. Sandıkların anahtarlarını Sebzeci teslim eder ve sandıklar padişahın önüne getirilir. Hepsi Şekerpare'nin mührüyle açıldığında her birinin ağzına kadar mücevher, inci ile dolu olduğu, ayrıca altın, riyal ve kıymetli yaldızlı Hint işleri ve başka kıymetli hediyelerin olduğunu gören padişah 'Hay kafir! Bana akşam ekmek alacak akçem yoktur diye yemin ederdi, bak neleri çıktı, hepsi benim malımdır!' diye ferman buyurur.
Menzili kazındıkça (kebs oldukda) bir beyaz, bir sarı zerbaft kaplı kürk, bir kaç nîm-ten kürk, biri incili, ikisi zerdûz, diğerleri değişik kumaştan 200 yorgan bulunur. Başka çok sayıda kıymetli şeyleri ile 250 kese nakit para çıktığı söylenir. Birkaç gün sonra Şekerpare kethüdası Sebzeci denilen Ispanakçıbaşı damadı İbrahim Çelebi'nin boynu vurulup Aksaray Çarşısı'na terk edilir. Süleyman Dede ise gece boğulup ortadan kaldırılır.
Şekerpare Hatun'u Koçbeyoğlu Pehlivan Ahmed adlı bir mübaşir ile İbrim'e sürerler. Ahmed Ağa, Şekerpare beklemediği anda sürgün edildiği için yanına harçlık almamış. İhtiyacını ağaya bildirir, Pehlivan da 600 akçeyi verir, bunun üzerine Şekerpare gayr-i ihtiyari Pehlivan'ın eteğini öpünce ikisinin de gözüne yaşlar gelip ağlarlar. Mısır sınırına gelince Haydar Ağazade Mehmed Paşa'ya rast gelirler, o da 300 altın, Mısır'a ulaştıklarında ise Mısır valisi Küçük Emir Paşa 500 kuruş harçlık verip, mübaşiri İbrim'e götürüp gelmiş.
Bu denli büyük bir serveti olan Şekerpare Hatun sürgün edilmiş, kocası Kara Musa Paşa'da Yedikule Zindanlarında katledilmişti.
İbrim Kalesi'ne sürgün edilen Şekerpare Hatun, Mısır-Etiyopya sınırında bir bölge, hayatının kalan kısmında bir dilenci olarak yaşayıp ölmüştü.
Büyük hayallerle yaptırdığı Eyüpsultan'daki türbesi ise Abdurrahman Ağa isminde bir kimse tarafından satın alınmıştı.
Velhasıl, bu sebeple ola ki Eyüpsultan'daki Şekerpare Hatun türbesinde Şekerpare Hatun yatmıyor.
Osmanlı'nın karanlık dönemlerinden birisi olan Sultan İbrahim devrinin en esrarengiz simalarından birisi olan Şekerpare Hatun, padişahla kurduğu dostluk sayesinde büyük bir servet elde etmişti.
Hatta Naima'da geçen ve Sultan İbrahim'e atfedilen "Hay kafir! Bana akşam ekmek alacak akçem yoktur diye yemin ederdi, bak neleri çıktı, hepsi benim malımdır!" sözlerinden anlıyoruz ki bizzat padişahın kendisine de dolandırmayı alışkanlık haline getirmiş; ama servetinin asıl kaynağı rüşvete dayandığı düşünülüyordu.