Kararla, Irak, İran, Türkiye ve Suriye vatandaşı kategorileri içinde kabul edilen Kürt topluluğu ilk defa kendi başına ayrı özerk bağımsız bir topluluk olarak kabul edilmiş oldu
İsviçre Bern Stat Parlamentosu 27 Ekim'de yaptığı oturumda ülkedeki dört resmi dilin yanı sıra "resmi bilgilendirmelerin" Kürtçenin Kurmanci lehçesinde de yapılmasını onayladı.
Bern Kürt Kültür Derneği, KUTÜSCH (Kürt ve Türk İsviçre Dayanışma Derneği) ve Bern Alevi Kültür Derneği'nin iş birliğiyle Bern Stat'ta yapılan girişimler sonucu hazırlanan tasarı parlamentoya sunuldu.
Oylama sonucunda aralarında muhafazakâr parti üyelerinin de olduğu 64 'evet', altı 'hayır' ve üç çekimser ile tasarı kabul edildi.
Alınan karar ile Bern'de tüm resmi bilgilendirmeler Kürtçenin Kurmanci lehçesinde de yapılacak.
Yaklaşık iki yıl süren girişimlerin sonucunda alınan kararla ilgili süreci Independent Türkçe'ye anlatan İsviçre Kürt Enstitüsü Eşbaşkanı Cemal Özçelik, İsviçre'de 120 bin Kürt nüfusunun olduğuna dikkat çekti.
Özellikle son yıllarda gerçekleşen yoğun göçlerden sonra ülkede Kürt nüfusunda ciddi artışların görüldüğünü ancak Kürt dilinin resmi olarak kabul edilmediğini dile getiren Cemal Özçelik, şunları söyledi:
Fiili bir biçimde hastanelerde ya da başka yerlerde tercüman gerektiğinde soruyorlar ama resmiyette örneğin; resmi bir belge değişik dillere çevrildiği halde Kürtçeye çevrilmiyor ya da belli broşürler var, bütün dillere çevriliyor ancak Kürtçeye çevrilmiyordu. Bunu sorduğumuzda ise Kürtlerin değişik devletlerin vatandaşı oldukları Türkiye, İran ve Arap ülkelerinin vatandaşı olduklarını, o dilleri zaten bildiklerini ve o dillerde broşürler de mevcut olduğu için ya da internet sitelerinde o dillerde belli yayınlar yapıldığında okuyabileceklerini dolayısıyla Kürtçeye gerek kalmadı yönünde, biraz daha üstelediğimizde bunun masraflı olduğu gerekçesi gösteriliyor ancak diğer diller için de masraf olmasına rağmen onu pek önemsemiyorlar. Biraz daha üstelendiğinde 'Kürtçenin çok diyalektiği var şimdi hangisine göre tercüme edeceğiz onu bilemiyoruz' gibi başka gerekçeler sunuldu.
"Kararla, Türkiye, İran, Irak ve Suriye vatandaşı kategorileri içinde kabul edilen Kürt toplumu özerk, bağımsız bir topluluk olarak kabul edilmiş oldu"
Ülkenin federal bir sistemle yönetilmesi nedeniyle Bern Hükümetine başvurduklarını belirten Özçelik; hükümette farklı partilerin olmasına rağmen başvurularını kabul ederek, hazırladıkları tasarının parlamentoya sunulduğunu söyledi.
Cemal Özçelik, "Oylama neticesinde 64 oy 'evet', altı 'hayır', üç çekimser oyla ezici bir biçimde olumlu bir sonuç elde ettik. Öyle ki sağcı partilerin üyelerinin çoğu kendi partileri yönünde değil de olumlu yönde oy kullandı. Bu da ayrı bir başarıdır. Şimdi bu kararla ne yapıldı? Birincisi; Kürt nüfusunu varlığı dili ve kimliği resmen kabul edilmiş oldu. Türkiye vatandaşı, İran vatandaşı, Irak vatandaşı ve Suriye vatandaşı kategorileri içinde kabul edilen Kürt toplumu ilk defa kendi başına ayrı özerk bağımsız bir topluluk olarak kabul edildi. Bu bizim açımızdan önemlidir. Sorunun dil bölümü de var o da bizim için çok çok önemli ama bizim Kürt olarak kabul edilmemiz ve bize o şekilde muamele yapılması bizim için çok daha önemli bir etmendir" diye konuştu.
Kararla birlikte çıkan tüm resmi duyuru ve belgelerin Kürtçe yapılacağını kaydeden Özçelik, "Yüzde 90 Kurmanci konuşan nüfusa sahip oldukları için ilk aşamada Kurmanci lehçesine çevrilmesine öncelik verildi. Diğer kesimlerde Kurmanci anlayabiliyor. Tabii ki elimizden gelseydi Sorani ve Zazaca lehçelerinde tercüme isterdik ancak reddedilme riski vardı" dedi.
Özçelik; "Kürtçe, okullarda da yavaş yavaş yavaş kabul ediliyor. Seçmeli ders statüsünde değil okullarda, sınıf ayırıp mevcut oranda Kürt öğrencilerinin ders görmesini sunuyorlar. Bizlerde dışarda öğretmen göndererek gerekli eğitimi yapacağız" diyerek, amaçlarının İsviçre çapında geldikleri devletlerle değil "Kürt kimliğinin" resmi olarak kabul edilmesi olduğunu söyledi.
Kürtçe, Türkiye'de neden bir labirente dönüşmüş durumda?
Dünyanın en büyük dijital sözlüğü Wikipedia'da, yeryüzünde konuşulan binlerce dil arasında kelime hazinesine dair yaptığı bilimsel araştırmada Kürtçe, 13'üncü sırada yer aldı.
Türkiye'de en çok konuşulan ikinci dil olarak bilinen Kürtçe, bırakın resmi dil olmasını; kamu kurum ve kurumlarında konuşulması, operatör bilgilendirmeleri, okullarda seçmeli ders olarak dahi okutulması yaşanan siyasi ve toplumsal olaylara bağlı olarak dönemsel olarak tartışılıyor ancak kalıcı bir şekilde çözülemiyor.
Resmi olmayan rakamlara göre ise Türkiye'de 25 milyon Kürt yaşıyor.
Türkiye'de Kürtçenin, sosyal ve resmi alanlarda varlığı neden çözülemeyerek bir sorun olmayı sürdürüyor?
Cemal Özçelik, bu konuda, "Kürtler olarak nerede olursak olalım, kendi haklarımızın takipçisi olacağız. Biz şimdi burada göçmen bir topluluğuz ama orada (Türkiye'de) göçmen bir topluluk değiliz yerli bir halkız bir ulusuz sadece dil hakkı bile aslında, Kürtlerin taleplerini karşılamaya yetmez. Kürtler kendi toprakları üzerinde yaşıyor ve her halk gibi özgürce yaşama gibi bir talepleri vardır. Bunun tabii uzun vadeli talepler ve istemler. Kısa vadede ise resmi kimliklerinin kabul edilmesi, bunun anayasal güvenceye kavuşturulması ve bütün okullarda Kürtçenin bir resmi bir eğitim dili olarak kullanılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu sadece orada değil, aynı zamanda Kürtlerin yaşamış olduğu diyet devlet sınırları içinde de geçerlidir. Böyle sivil talebimiz var tabii ki" sözlerini kullandı.
Avukat Sedat Yurttaş: Seçim sürecine giriyoruz. Hepimizin aklında 'İsviçre bunu yapabiliyor, Türkiye niye yapamıyor?' sorusu var!
Independent Türkçe'ye konuşan eski Kürt milletvekili ve hukukçu Sedat Yurttaş da İsviçre Bern Parlamentosu'nda alınan kararın, demokrasi, insan hakları ve özgürlükle ilgili alınması gereken normal bir karar olduğunu söyledi.
"Karar, kendi ülkesinde yaşayan insanların bir kısmı yurttaş, bir kısmı vatandaş da olmamış olabilir, sığınmacıdır" diyen Yurttaş, sözlerine şunları ekledi:
Onlarla doğru iletişim kurmak istiyor. Yani onları anlamak aynı zamanda sahiplenmek istiyor. Aynı zamanda aidiyet duygusunu güçlendirmek istiyor. Onları o yaşadıkları coğrafyaya bağlamak istiyor. Yani kendisine ait olmasını hissettirmek istiyor. Dolayısıyla insani olanı yapıyor, doğal olanı yapıyor onun duygularını kendisine yönelik olarak daha kabul edilebilir hale getirmek istiyor. Buradan tabii böyle bakınca Türkiye'de de tam tersi yapılıyor demek ki, Yani aidiyet duygusunu sürekli zedeleyen sürekli dışlayan, sürekli ötekileştiren, yani kabul etmekte zorlanan onun 100 yıllardır, bin yıllardır yaşadığı topraklarda bile başkalaşmasını isteyen, asimile olmasını isteyen böyle doğal entegrasyon bir yere kadar anlaşılabilir ama doğal olmayan yollarla ne yapıp edip onun özünü boşaltmak isteyen aslında bu çağa hitap etmeyen çoktan geride kalmış zorla kimliğini, kişiliğini değiştirmek isteyen bir anlayışın da bugün o ceberut halde devam ettiğini gösteriyor.
Bu durumun "sorunları çözmek, ortak adımlar atmak yerine her seferinde güvenlik politikalarıyla, tutuklamalar, soruşturmalar, yeni yasa çıkarmalarla sürdürüldüğünü" dile getiren Yurttaş, sölerine şöyle açıklık getirdi:
Oysa bu coğrafyada demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği hak ediyor…Bütün bu kavramların burada ne kadar hırpalanmış olduğunu ne kadar yanlış olduğunu, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar ne kadar gereksiz bir fobisiyle bir korkuyla Kürt meselesine yaklaşıldığını kanıtıdır.
Eğer orada kabul edilen yasa, orayı bölmüyor, orayı parçalamıyor, orayı güvenliksiz hale getirmiyorsa burada milyonlarca insanın yaşadığı yerde niye böyle bir kaygı taşıyor? Doğrusu anlamak zor. Umarım Türkiye'yi yönetenler yeniden şapkalarını önüne koyup düşünür.
"İsviçre'nin kanton olması nedeniyle bu tür kararların daha kolay uygulanırken Türkiye gibi ülkelerde uygulanmasının zor olduğu görüşü de var. Siz katılıyor musunuz? Sizce bunun çözümü nedir?" sorusuna Yurttaş, şu yanıtı verdi:
Bence tamamen niyetle ilgili. Şimdi de sistem tartışması var. Gündemde olan seçime de böyle gideceğiz. Altılı masa önümüzdeki dönemde parlamenter sistemi tartışıyor. Parlamenter sistem bu meseleyi 100 yıl çözememiş, demek ki bu işin özünde demokrasi yok. Bu işin özünde insan yok, bu işin özünde insan hakları yok, insana saygı yok…Bütün bunların yasa üstü olarak kabul edilmesi gereken bir noktaya gelmemiz lazım. Yani merkezi bir yönetimde bu değişiklikleri yapmak bilakis daha kolay. Çünkü o zaman bütün vatandaşlara hitap eden değişiklik yapma şansımız var. Yani bir kantonda yaptığın zaman muhtemelen coğrafik olarak daha dar bir bölgede yapmış oluyorsun burada tamamen bence bu sözünü ettiğim, dünyanın, insanlığın geldiği değerleri özümseyip korkularla, fobilerle, topluma bakmaktan geçiyor.
Yurttaş, "Muhtemelen dil hakkı elde ettiğinde başka talepler ardı sıra gelecektir düşüncesi de ağır basıyor. Zaten başka talepler 10 yıllardır var bu talepler bitmiş değil ki! Demek ki toplumun bir kesimi her zaman daha ileri, daha radikal talepler ileri sürebilir ama bu toplumun bütünlüğünü doğal olarak sahip olması gereken haklardan yoksun bırakmayı gerektirmez" dedi.
"Bence İsviçre örnek olarak göz önüne alınması gerekiyor" diyen Sedat Yurttaş, sözlerine şunları ekledi:
Seçim sürecine giriyoruz. Hepimizin aklında 'İsviçre bunu yapabilir, Türkiye niye yapamıyor?' Yani orada bir kanton bunu yapıyorsa Türkiye'de demek ki yapabilir. Demek ki bu devleti bölen parçalayan bir şey değil. Yani umarım Türkiye kamuoyu da bundan dersler çıkarır ve bu süreçte üstüne alması gereken AK Parti, Erdoğan, bu konuda daha açık, daha net adımlar atmak için iyi bir örneğe dönüştürebilir.
Akademisyen Vedat Koçal: Kürtçe, Türkiye'de hukuksal ve siyasal ilişkilendiren bir sorun değil, toplumda Kürtçe fobisi var
Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi ve siyaset bilimi uzmanı Vedat Koçal'a göre karar, Türkiye toplumunun Avrupa toplumuna kıyasla akademik bir toplum olmadığından kaynaklanıyor ve devlet geleneğinin farklılığı bunda etkili.
"Kürtçe meselesinin, Türkiye'de hukuksal, siyasal sadece devlet katının ilişkilendiren bir sorun değil, toplumda da Kürtçe fobisi var" diyen Koçal, sözlerine şöyle devam etti:
Amedspor'un maçlarında vs. izlendi bu bizde toplumsal sosyokültürel de sorun, Türkiye'de 'sosyo Kürdü fobi' var ve bu sosyolojik bir vaka yani sadece Kürt siyasi hareketinin hep söyleye geldiği üzere devletin inkârcı denetçi politikalarıyla sınırlı bir şey değil. Bu sadece devletle Kürtleri ikilem içerisinde ilişkilendiren bir husus değil, Türk toplumsal hafızasında da Kürt ve Kürtçe alerjisi var.
Bu da toplum geleneğinden geliyor. Enteraktif yapıdan geliyor; 'Türkler Türkçe' konuşur ama İsviçre'de; İsviçreliler İsveççe konuşur diye bir şey yoktur. Bu segmentler yapıdan gelir herkes istediği dili konuşur, toplumun da böyle bir öğretisi yoktur. 'Biz Cermen isek Cermence konuşuruz' diye bir gelenek Nazizm de dahil olmamıştır. Biliyorsunuz Bavyera dili ayrıdır, Prusya dili ayrıdır.
Fransa'da keza güney falan ayrımları vardır ama Türkiye'de uydurulmuş kurgulanmış 'İstanbul Türkçesi' diye bir şey vardır, yöresel değildir. Ben hep derslerimde sorarım, size de sormak isterim; 'Türkiye'de Kürtçe en çok hangi coğrafyada konuşulur?', 'Türkiye'de Lazca en çok hangi coğrafyada konuşulur?', 'Türkiye'de Arapça en çok hangi coğrafi bölgede konuşulur?' ve 'Türkiye'de Türkçe en çok hangi bölgede konuşur?' Bakın bunun bir cevabı yoktur. Bunun yöresel bir aidiyeti yoktur ya da soruyu şöyle bir etkinleştirebiliriz. Kürtler en çok yoğun olarak hangi bölgede yaşarlar? Lazlar en çok hangi bölgede…
"Ezberlediğimiz vardır, Doğu Karadeniz, Araplar; Hatay, Adana ama Türkler en çok hangi yörede sorduğunuz zaman bunun verilebilir bir cevabı yoktur" şeklinde konuşan Koçal, "Türkler bütün Türkiye'de yaşarlar. Türkçe bütün Türkiye'de konuşulur ama İsviçre'de böyle bir şey yoktur. İsviçre'nin kanton yönetimi sadece siyasal bir rejimdir, yönetsel bir rejimdir. Kanton yönetimi, federalizm, yerellik; dillere, kültürlere tekabül etmez. İsviçre'de İtalyan bölgesinde insanın İtalyanca konuşması ya da Alman-Fransa sınırında Alsas bölgesinde insanların Almanya sınırında kalan yerde Fransızca, Fransa'da kalan bölgede Almanca konuşmaları, siyasal egemenlik ile ilişkilendirilmez; 'Burası Almanya burada Almanca konuşulur' denilmez. Bunu devlet demediği gibi toplumda demez, toplumda böyle entegratif bir değer affetmez. Bonn'da da Almanca konuşulur, Alsas'da da Almanca konuşulur çünkü burası Almanya diye bir kültür geleneği yoktur. Bu öncelikle feodalite den gelir" ifadelerini kullandı.
"İsviçre okumasını yaparken hukuksal ve siyasal okuma yaptıklarını" dile getiren Koçal, "İsviçre Devletinin alicenaplığı bir tür insan haklarına saygılılığı gibi okuyoruz çünkü Türkiye'den böyle bakıyoruz. Devletin orada yaşayan Kürtlere lütfettiği bir imkân, bir temel hak, bir dil hakkı böyle değil. Hayır! Öyle değil çünkü böyle bir değer yok, böyle bir insan hakları algısı yok çünkü İsviçre'de yaşayan Kürtlerin, Kürtçe konuşmaları bir haktır gibi bir şeyden bahsedemezsiniz komik duruma düşersiniz çünkü devletin böyle bir ilgi alanı yoktur. Devlet günlük hayatınızda ilgilenmez, devletle birey olarak, vatandaş olarak ilişkiseliğiniz de böyle bir şey yoktur 'Ey İsviçre devleti ben nece konuşayım?' Bakın dikkat edin sohbetimize konu olan şey İsviçre'de insanların Kürtçe konuşması değil, meclisle ilgili bir siyasal meseleyle ilgili değil mi? Dolayısıyla zaten devlet İsviçre'de yaşayan Kürtlere böyle bir hak tanıyor değil ama biz Türkiye'de böyle zannediyoruz. İsviçre, insanlara Kürtçe konuşma hakkı tanımış bu siyasal bir şeyle ilgili zaten var böyle bir hakkın düşünülmesine gerek bile duyulmaz. Bu işte medeniyet bloklarından geliyor, orada insan bireydir İsviçreli, İtalyan, Fransız, Müslüman, Hıristiyan, Katolik değil" dedi.
Vedat Koçal, sözlerini şöyle sürdürdü:
Doğu medeniyetinin devamcıları, sürdürücüleri olmadıkları için orada sizin hangi etnik kökenden, hangi dinsel inançtan, hangi kolektif kimlikten isteyen geldiğinizi kamusal anlamda bir kıymeti harbiyesin yoktur devlet bununla ilgilenmez, olumlu ya da olumsuz olarak indirebilirsiniz. Bu Doğu medeniyeti ile ilgilidir, bu Türk Devletinin hukukuyla sınırlandıramazsınız aynı şey Çin'de yaşanıyor. Uygur özerk bölgesinde Türkistan diyorlar ya orada yaşanıyor, Rusya'da da yaşanıyor Çeçenistan'a ilgili sorunları biliyorsunuz İran'da yaşanıyor Rojhilat ile ilgili…Dolayısıyla bu İran'a, Çin'e, Rusya'ya özgü bir durum değil, Türkiye'ye özgü bir durum değil, bu küresel evrensel anlamda medeniyet bloklarıyla ilgili, Doğu medeniyeti entegratif bir medeniyet. 'Biz temelli' yaşayan insanlar orada bireye atfedilen değer 'bize uyumdur.' Farklılıklar bizde dezavantajlar üretir, uyumsuzluk olarak algılarız, dolayısıyla bu toplumsal kültürle ilgili bir şey ama bizim geleneğimizde hep devletler hep hukukla, hep mevzuatla, insan haklarıyla ilişkilendirilmiştir.
Kürtçenin varlık süreci
Günümüzde Kürtçe; Türkiye, Irak, İran ve Suriye'de resmi olmayan rakamlara göre yaklaşık 40 milyon insan tarafından konuşuluyor. Bu rakama Avrupa ve Rusya'da yaşayan Kürtler dahil değil.
Hint-Avrupa dil ailesine mensup olan Kürtçe, Kurmanci, Soranice, Goranice ve Dimili (Zazaki) lehçelerinden oluştuğu gibi, bu lehçeler zamanla bulundukları bölgelere göre de kendi içinde de değişik yerel ağızlara bölünmüş durumda. Kürtçenin iki temel lehçesi ise Kurmanci ve Soranice kabul görüyor.
Kürtlerin yüzde 65'i tarafından konuşulan Kurmanci lehçesi, fonetik ve morfolojik yapısıyla diğer lehçelere göre daha eski (arkaik) görünse de Kurmanci ile Soranice en fazla ortak dilbilimsel özelliğe sahip olan lehçeler olarak biliniyor.
Kürtçe, dünyada belki de aynı zamanda üç farklı alfabeyle yazılan tek dil de diyebiliriz, nitekim başlangıçta Arap alfabesine bazı diakritik işaretleri eklenerek kullanılmıştı.
Kürtler, bulundukları ülkelerin alfabelerine göre de kabul görüldüğü derece kullandıkları Kürtçeyi uyarlamak zorunda da kaldı. Türkiye'de Latin alfabesiyle, Irak, İran ve Suriye'de -ortak lehçeler kullanmalarına rağmen- Arap alfabesiyle ve Sovyetler Birliği'nde de Kiril alfabesiyle yazı dilinde kullanıldı.
Irak'ta 1931'de yayımlanan bir yasa ile çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu şehirlerde Arapça ile birlikte resmi dil haklarına kavuşurken, 1991 Körfez Savaşı'ndan sonra Kürtlerin kontrol ettiği bölgelerde resmi dil olarak kabul edildi.
Mart 2004'te Irak Anayasası'nda Kürtçe ve Arapça iki resmi dil olarak kabul edildi.
İran ve Suriye'nin -kuzeyi dışında- Kürtçe, politik ve kurumsal statüsünün bulunmadığı iki ülke. Özellikle İran'da dönemsel olarak Kürtçe eğitim veren öğretmenlerin tutuklanmasına da tanık olunuyor.
Türkiye'nin ise Kürtçeye karşı politikası 1920'lerde Türk Devletinin kurulmasına dayandırılıyor. 1923'te Türkiye Cumhuriyeti Devletin kurulduğu yıllarda, Türk dili ve kültürü dışındaki tüm dil ve kültürlerin yok sayılması, 1924 yılında kabul edilen bir yasa ile Kürtçenin tüm okul, kurum, yayın ve yazılı kanallarda kullanılmasının yasaklanmasıyla başlatıldı.
Söz konusu yasaklamalar 1960, 1972 ve 1982 yıllarında yaşanan askeri darbeler sonrasında hazırlanan farklı anayasalarda da yerini aldı.
Özellikle 1982 Anayasası'nda yasaklanan dil, keskin bir şekilde belirlenirken,1983 yılında 2932 sayılı yasanın 3'üncü maddesine göre;
Türk vatandaşlarının ana dilleri Türkçedir. Türkçe dışında başka dilleri anadili olarak kullanmak ve bunları yaymaya çalışan herhangi bir etkinlikte bulunmak yasaktır.
Özel okul ve kurslarda Kürtçe uygulaması da yabancı dillerin öğretilmesi ve öğrenilmesiyle ilgili 2932 sayılı kanunun 1. maddesinin ve aynı kanunun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının düzeltilmesiyle yapılan değişikliğe bağlı yapıldı.
Bu madde, "Bu kanunun amacı yabancı eğitim veren kurumların öğrenme ve öğretme koşullarını aynı zamanda Türk vatandaşlarının günlük hayatlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dillerin ve lehçelerin öğrenilmesinin koşullarını düzenlemektir" ifadelerine yer verilerek, maddenin 1'inci fıkrası şöyle düzeltildi:
Türkçe dışında hiçbir dil Türk vatandaşlarına anadili olarak öğretilemez. Fakat Türk vatandaşlarının günlük hayatta geleneksel olarak kullandıkları dilleri ve lehçeleri öğrenmelerini sağlamak için, 08.06.1965 tarihli 625 no'lu Özel Eğitim Kurumları Yasasına uygun olarak özel kurslar açılabilir. Bu tür kurslar Türkiye Cumhuriyeti anayasasında belirtilen temel prensiplere ve vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne aykırı olamaz. Bu kursların açılması ve düzenlenmesi ile ilgili prosedür ve prensipler Milli Eğitim Bakanlığı'nın ilgili konudaki düzenlemelerine uygun olmalıdır.
Ağustos 2002'de kabul edilen yasa aynı yılın aralık ayında yürürlüğe girmesiyle, birçok siyasi ve idari engele rağmen Kürtçe eğitim veren özel kurumlar 2004 yılının nisan ayında Diyarbakır, Batman, Urfa ve Van gibi kentler de kapılarını açtı.
Kürtlerin, anadilde eğitim hakkı talebi ise dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 1 Ekim 2013'te açıkladığı demokratikleşme paketinde, çözüm süreciyle ilgili farklı dilde eğitim, eski köy isimlerinin verilmesi ve Kürtçe de kullanılan "x,w,q" harflerinin kullanılabilmesine yönelik düzenlemeler getirildi.
Günümüzde ise Kürtçenin varlığı ve kullanımı dönemsel olarak tartışılıyor ancak kesin bir çözüme ulaşmış değil.