Büyük siyasi tartışmalar ve çekişmeler, eğer koşullar uygunsa yerini genellikle, kalıcı bir kriz kaynağına ya da sonraki çatışmaları ateşleyecek bir fitile dönüşen belirsiz coğrafi ayrışmalara bırakır.
Tayvan, Ukrayna'daki savaş nedeniyle çalkantılı olan uluslararası sahnede bugün dikkatleri önemli ölçüde üzerine çeken bu ayrışma noktalarından biridir. Bazıları, uluslararası sistemi yeniden şekillendirme sürecini frenleyecek bir krizin potansiyel merkez üssü olduğunu düşünürken bazıları, bu durumu bölgesel ve uluslararası dengelerin yeni haritasının çizilmesi için bir fırsat olarak görüyorlar.
ABD yönetimi, Washington’ın Tayvan Adası’na yönelik politikasında onlarca yıldır uyguladığı ‘stratejik belirsizlik’ politikasının artık geçerli olmadığının farkına vardı. Çünkü bugünün Çin’inin, geçtiğimiz yüzyılın 1970’li yıllarından çok farklı olduğundan ve askeri işgal ihtimalleri gerçeğe dönüştüğünden böyle bir durumda müdahale etmek zorunda kalıyor.
Şarku’l Avsat’ın Tayvan’ın başkenti Taipei’de son iki günde görüştüğü tüm gözlemciler, yaptıkları değerlendirmelerde, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'i beş yıl daha ÇKP lideri olarak kalmasının önünü açan son ÇKP Kongresi’nden sonra 7 kişilik Merkezi Askeri Komisyon’un (MAK) yeni oluşumda, liderlik koltuklarında başka akımların olduğu üzerinde durdular.
United Daily News (UDN) yazarı Wang Litaw, son ÇKP Kongresi’nden çıkan bildiride, Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun, değişimlerin ve gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, son teknoloji ürünü teçhizatla donatılması ve bölgesel savaşlarda zafer elde etmesi gerektiği’ vurgusuna dikkati çekti.
Çin Devlet Başkanı Şi, ÇKP Kongresi’ndeki konuşmasında, “Tayvan Çin’indir” ifadelerini kullandı. Birliğin barışçıl şekilde devam etmesi için her türlü çabanın sürdürülmesi gerektiğini yineleyen Şi, buna karşın Tayvan’ın iç işlerine yönelik herhangi bir provokasyonu ya da dış müdahaleyi durdurmak ve bir avuç ayrılıkçıyı Ada’da tutmak için askeri güç kullanma seçeneğinden vazgeçmeyeceğini vurguladı.
Batı ile gerginliğin önümüzdeki beş yıl içinde artmaya devam edeceğini söyleyen Şi, “Merkezi Askeri Komisyon’da savaşmaya hazır insanlar yer alıyor. Çünkü mücadele ruhundan yoksun olanların ÇKP’de yeri yok” dedi.
Burada ÇKP Kongresi’nden, ilk kez Tayvan’ın bağımsızlığına karşı mücadele çerçevesinde Parti tüzüğünde bir değişiklik yapılmasının kararlaştırıldığını belirtilmekte fayda var. Tayvan Savunma Bakanı Chiu Kuo-cheng, Çin’den gelen ve yeni, daha katı bir stratejiyi yansıtan son sinyaller ve teknolojik savaş konusunda net bir bahis konusundaki endişelerini dile getirdi.
Washington, kısa bir süre önce yeni ulusal güvenlik stratejisinde ‘Çin’in uluslararası sistemi yeniden şekillendirmeyi amaçlayan tek ülke olduğu ve bu amaca ulaşmak için ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik gücünü kullandığı’ konusunda uyarmıştı.
Washington ile Pekin arasında birçok cephede yükselen tansiyon, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Ağustos ayı başlarında Tayvan’ı ziyaret etmesinin ardından doruğa ulaştı. Çin, Tayvan Boğazı’nda geniş kapsamlı askeri tatbikatlarla karşılık verirken iklim değişikliğiyle mücadele de dahil olmak üzere birçok hayati öneme sahip alanda ABD ile iş birliğini askıya aldı.
Tayvanlılar tamamen ABD'nin askeri ve siyasi desteğine bağımlı olduklarının farkında olsalar da Washington'ın adanın Pekin ile mücadelesini kendilerine karşı kullanmasının yansımalarından çekiniyorlar. Son olarak ABD Başkanı Joe Biden’ın, Japonya Başbakanı Fumiyo Kişida ile düzenlediği ortak basın toplantısında yaptığı ve Çin’in Tayvan’a saldırması durumunda ABD'nin askeri müdahalede bulunacağını iddia ettiği açıklama olmak üzere ABD’nin sert tutumlar sergilemesinden duydukları memnuniyetsizliği de gizlemiyorlar.
Biden’ın açıklaması, Çinli yetkilileri kızdırırken ABD dış politikasının birçok üst düzey yetkilisini utandırdı. Bunların arasında ABD Yönetimi içinde ve dışında bulunan Biden destekçileri de yer alıyor. Biden’ın açıklamasından hemen sonra ABD Dışişleri Bakanlığı da ABD’nin Tayvan politikasının değişmediği açıklamasında bulunmak zorunda kaldı.
Ancak asıl sorun, Washington'ın Çin Halk Cumhuriyeti'ni Çin ülkesinin tek meşru temsilcisi olarak tanıdığı ve Tayvan'ı tanımaktan vazgeçtiği 1979 tarihli bu politikadır. Bu politika, içinde çelişki tohumunu barındıran bir denkleme dayanıyor. Bir yandan ABD, Pekin'in Tayvan'ın ayrı bir egemen varlık olmadığını kabul etmeye devam ederken, diğer yandan Tayvan'ın Çin'in bir parçası olduğu açıklamasını kabul etmemekte ısrar ediyor. Bu çelişki, 1978 yılının Aralık ayında yayınlanan Çin-ABD ortak bildirisinde açıkça görülüyor. Bildirinin Çincesinde, ABD'nin Tayvan'ı Çin'in bir parçası olarak ‘tanıdığı’ belirtilirken İngilizcesinde ABD'nin Tayvan'ın Çin'in bir parçası olduğuna dair ‘Çin bildirgesini tanıdığı’ belirtiliyor. Bu çelişkiye, ABD'nin Tayvan’daki büyükelçiliğini kapatıp Çin ile karşılıklı olarak büyükelçi göndermesi sonrası ABD Kongresi’nin, ABD'nin Çin Halk Cumhuriyeti ile bağlarının ‘Tayvan'ın geleceğini barışçıl yollarla belirlemeye’ dayandığı belirtilen ‘Tayvan İlişkileri Yasası’nı kabul etmesi eklendi. Pekin, buna o tarihte uymadığı gibi halen bu tutumundan vazgeçmiş değil. Washington ayrıca Tayvan'a savunma silahları sağlama ve ‘ABD'nin Tayvan halkının güvenliğinin yanı sıra ekonomik ve sosyal düzenini tehdit eden herhangi bir güç ya da şiddet kullanımına karşı koyma kabiliyetini koruma’ sözü verdi.
ABD tarafından ‘stratejik belirsizlik’ olarak adlandırılan bu politika, İsrail'in elinde olduğunu tanımayı reddettiği nükleer silahlar konusundaki tutumundan, varlığı tehdit altındaysa kullanmak bahanesiyle uygulanıyor. Ancak Tayvan örneğinde bu isimlendirmenin doğru olmadığı anlaşılıyor. Zira ABD, ne gibi araçlar kullanacağını belirtmeden savunmaya hazır olduğunu söylediği ve askeri teçhizat temin ettiği Tayvan'ı bir ulus olarak tanımıyor. Tayvan’ı savunma araçlarına dair tam biz gizemin hakim olduğu ABD, nükleer güçlerin savaş doktrininin temel direklerinden biri olan karşılıklı imha etme açısından nükleer silah kullanımını da dışlamıyor.
Tayvanı analistler, ABD'nin stratejik belirsizlik politikasının, Çin’in isyancı bölgeyi yeniden için anakaraya bağlamak için güç kullanmaya istekli ya da muktedir olmadığı sürece istenen sonuçları verdiğini düşünüyorlar. Çin'in büyük reform lideri Deng Xiaoping döneminde Çin'in kapitalist sisteme yakın bir model izlemesi ve dışa açılma politikası uygulaması sonucu dünyanın ikinci ekonomik gücü konumuna yükselmesiyle Tayvan’ı ‘özgürleştirmek’ için askeri çözüme başvurarak bu başarısını boşa harcamayacağı düşünülüyordu. Fakat Pekin'in eski bir İngiliz kolonisi olan Hong Kong'un anakaraya bağlanmasından sonra Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki kurallardan farklı kurallarla yönetilen küresel bir finans merkezi olarak yoluna devam etmesine izin vereceği iddiasının gerçeği yansıtmadığının ve verdiği sözleri tutmayacağının anlaşılmasından sonra Pekin’in gerçek niyeti ortaya çıktı. Ayrıca ‘Tek Çin’ sloganını kullandığında, bunun tek bir sisteme boyun eğmek anlamına geldiği doğrulandı. Tayvan sorununa Hong Kong tarzı bir çözüm bulma umutları uçup gitti. Şüpheler ve sorular artık birleşme adımını atmanın zamanlaması ve Pekin'in bunu başarmak için başvuracağı araçlarla sınırlı hale geldi.
Biden'ın Çin'den askeri bir saldırıya uğraması halinde Tayvan'a yardım etme sözü verdiği ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nda kafa karışıklığına ve endişeye neden olan açıklamalarının ardındaki güdünün Rusya’nın Ukrayna'yı işgali olduğuna şüphe yok. Buna Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin Pekin’in benzer bir adım atma iştahını kabartabileceği düşüncesi neden oldu. Bu, Ukrayna'da devam eden savaştan sonra ABD'nin Tayvan'a karşı sorumluluğunun arttığını söylemesinden de anlaşılıyordu. Ancak bu düşüncenin, Ukrayna'nın Rusya’nın işgali karşısındaki direnişinin Pekin'e doğrudan bir uyarı taşıdığını dikkate almadığı da ortada.
Ayrıca askeri analistler, Rusya ordusuna kıyasla savaş tecrübesi çok az olan Çin ordusu için Çin'in Tayvan’ı işgalinin maliyetinin çok yüksek olacağı konusunda hemfikirler. Zira Çin ordusunun katıldığı son savaş, 1979 yılında büyük bir yenilgiye uğradığı Vietnam Savaşı’ydı.
Washington’ın asıl sorunu, Biden’ın açıklamalarının yarattığı şaşkınlığa ve tekrarlanan yanlış adımlarına rağmen, stratejik belirsizlik politikasının mevcut koşullarda artık geçerli olmaması. Çin bugün daha özgüvenli, tutumlarında daha katı ve askeri olarak 1970'lerin sonlarına kıyasla çok daha kabiliyetli. Bu yüzden Tayvan’ı yeniden kazanmak için askeri adım atabileceği ihtimali artık göz ardı edilemez. Pekin, Rusya’nın Ukrayna'yı işgaline rağmen ABD'nin askeri ağırlık merkezini Ortadoğu ve Avrupa'dan Pasifik Okyanusu'na kaydırmaya devam ettiğini çok iyi biliyor. Avustralya ve Güney Kore’nin yanı sıra askeri harcamaları artırabilmek için Anayasası’nı değiştirmeye hazır görünen Japonya ile askeri ilişkilerini sağlamlaştırmaya çalışıyor. Japonya, kısa bir süre önce savunma bütçesini bu yılki gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzde 2'sine yükselttiğini açıkladı.
Tüm bunlar Washington'ı ‘Çin, ABD ve Asyalı müttefikleri için ana askeri tehdit mi?’ sorusuyla baş başa bırakıyor. Eğer öyleyse, şu soruların sorulması gerekiyor: Bu tehditle yüzleşmenin yolları neler ve Washington bu konuda ne kadar ileri gidebilir? ABD, Tayvan'ı savunmak için Çin'le savaşmaya hazır mı yoksa diplomatik yollarla mevcut durumu korumaya mı çalışacak? Eğer Pekin Tayvan’ı işgal ederse, Washington buna yanıt veremeyeceğini kabul edecek mi?
Ancak bu son hipotezin ABD’nin askeri planlamacılarının görüşlerine dayanan bir seçim olması oldukça zor görünüyor ve tüm göstergeler tersini gösteriyor. Çünkü Tayvan'ı kaderine terk etme kararı, ABD’nin askeri olarak verdiği güvencelerin hiçbir değeri olmadığına dair bir başka mesaj gönderecek ve ABD’nin askeri güce dayalı hegemonyasının meşruiyetine gölge düşürecektir.
Tayvan’ın tanınması ve tarihi
Portekizli denizciler 1542 yılında bugün Tayvan olarak bilinen adaya ayak bastıklarında büyüleyici doğasına hayran kalmışlar ve adaya güzel anlamına gelen Formosa adını vermeye karar vermişler. Tayvan, 20. yüzyılın başlarına kadar Formosa adıyla biliniyordu.
Çin, 1895 yılında 168 küçük ada ile çevrili Tayvan’ı Japonya'ya bıraktı. Japonya'nın 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında yenilgiye uğramasının ardından Müttefik kuvvetler adına geri aldı.
Çin merkezi hükümeti yetkilileri, 1949 yılındaki iç savaş sırasında komünist devrimciler yüzünden Tayvan’a kaçarak bugün hala Tayvan'ın resmi adı olan Çin Cumhuriyeti'nin kurulduğunu duyurdular.
Dünya, 1970’lerin başlarında tek parti tarafından yönetilen bir askeri rejimden, 1980’li yılların sonlarında çok partili bir demokrasiye geçen Tayvan’daki ‘ekonomik mucizeden’ bahsetmeye başladı.
Tayvan bugün dünyanın 19. ekonomik gücü olarak kabul ediliyor. Yüzölçümü Lübnan'dan daha büyük olmayan Tayvan’ın nüfusunun 23 milyon olduğunu belirtiyor. Tayvan ekonomisi çelik, kimyasallar, gelişmiş elektronik cihazlar ve yarı iletkenler endüstrilerine dayanıyor. Tayvan, kişi başına düşen milli gelir bakımından dünyada 20. sırada, özgürlükler, sağlık hizmetleri ve insani gelişme açısından 10. sırada yer alıyor.
Tayvan, 1971’deki BM Genel Kurul görüşmelerinde Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanıma kararı alınınca kadar Çin'i BM’de temsil etti. Buna karşın halen BM’de Çin'in tek meşru temsilcisi olma talebinde ısrar ediyor.
Pekin, sadece 14 ülke ile diplomatik ilişkisi olan Tayvan’ı tanıyan ülkelerle diplomatik ilişki kurmayı reddediyor. Ancak temsilciliklerin yanı sıra büyükelçilik ve konsolosluk görevi gören kurumlar aracılığıyla birçok ülke ile diplomatik bağları bulunuyor. Pekin'in üyesi olduğu uluslararası kurum ve kuruluşlar ise genellikle ya Tayvan'ın üyeliğini reddediyor ya da sadece farklı nitelik ve isimlerle üyeliğine onay veriyorlar.
Tayvan’ın siyasi güçleri içindeki başlıca çekişme, Pekin ile birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti'ne kademeli olarak entegre olunmasını savunanlar ile Tayvan'ın ulusal kimliği temelinde uluslararası olarak tanınması gerektiğini savunanlar arasında yaşanıyor.