tv100'ün yeni yayın döneminin ses getiren transferi Uğur Dündar ile Haftanın Panoraması programının ilk konuğu Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu oldu. CHP lideri duayen gazeteci Uğur Dündar'ın sorularını yanıtladı.
Yargıdan söz etmişken İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu şu anda kelimenin tam anlamıyla yargı kıskacı içerisinde. Önce 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası siyasetten yasaklanma cezası geldi. Arkasından peş peşe başka davalar sükûn etti. Bunların devam edeceği tahmin ediliyor. Sizce Sayın İmamoğlu neden hedefte. Varılmak istenen yer neresi. Kayyum atanabilir mi. Ve iktidar zihnindeki planı uygulamaya yöneldiğinde iddia edildiği gibi görevden alınma kayyum atanma veya cezaevine konulma gibi uygulamalara geçildiğinde CHP'nin ve altılı masanın tavrı, demokratik cevabı ne olabilir?
"AMAÇ İMAMOĞLU'NA SİYASİ YASAK"
Olay, bir şikayetle başlıyor. Olabilir. Olay yargıya intikal ediyor. Yargıç görevini yapıyor, dosyaya bakıyor. Fakat gelen siyasal telkinlere kapalı bir yargıç olduğu ortaya çıkıyor. İlk hâkim, Samsun'a sürülen hâkim. Ceza vereceksin deniyor, merak etme istinaf bunu bozmaz diye telkinde bulunuluyor. Bunun üzerine Yargıç hayır, ben hukukun üstünlüğüne ve vicdani kanaatime göre karar veririm diyor. Onun üzerine yargıç HSK kararıyla Samsun'a sürülüyor. Şimdi yerine başka bir yargıç atanıyor. Bu yargıç Saray'dan gelen talimatın gereklerini yerine getiren yargıç. Davada birden fazla sorun var. Karar avukat olmadan açıklanıyor. Bu yargı tarihinde bir ilktir. Normalde karar iddia makamını, savunma makamını olduğu yerde hâkim tarafından açıklanır. İddia makamı salonda yok. Ama hâkim bunu açıklıyor. Dolayısıyla başlangıçtan itibaren yanlışlıklar zinciri başlıyor. Kişi geliyor oraya oturuyor, istediği kararı verecek. Zaten her şey önceden hazırlanmış vaziyette. Dolayısıyla ağır ceza bize göre, hukuka ve insan haklarına aykırı bir karar veriyor. Amaç Ekrem beyi bulunduğu yerden almak. Biz böyle değerlendiriyoruz. Bu korkunun ifadesi, başka ne olabilir. Bir kişi, demokratik yollarla bir yere gelmiş ve halkın kendisine oy vermeyeceğini gideceğini düşünüyorsa normalde demokratik yollarla gelen birisini halk kendisini seçmediği zaman demokratik yollarla oradan ayrılması lazım. Demokrasinin geleneği budur. Hatta milli şef dediğimiz İsmet İnönü bile seçimi kaybettiğinde yürüyerek Pembe Köşk'e gitmiştir. Koltuğu makamı terk etmiştir. Demokrasilerde asıl olan gelindiği gibi gitmesini de bilmektir. Hangi yöntemle nasıl geliyorsa aynı yöntemle gitmesini de bilmektir. Zaten bilinmemesi demokrasinin en zayıf halkasıdır. O nedenle gelenler iktidar sahipleri olanlar koltuğa yapışıp kaldıklarında bunları yerlerinden etmek giderek zorlaşmaktadır. Bugün Türkiye bunu yaşıyor. Yargıyı kullanıyor, koltuğunu korumak için. Ekonomiyi kullanıyor, kendi yandaşlarını çeşitli olağanüstü avantajlar rantlar sağlıyor. Kendi dünyalarını kuruyor, yurtiçinde yurt dışında. İktidar sahipleri iktidarda oldukları süre içinde eğer mal ediniyorlarsa onlar kendi mallarını korurlar halkı korumazlar. O nedenle iktidar sahiplerinin iktidar oldukları süre içinde mal varlığına sahip olmamaları lazım. Mal varlığı için çaba harcamamaları gerekiyor. Onlar bütün çabalarını halk için harcamak zorundadırlar. Kişi siyasete geldikten sonra yönetim erkini elinde tutuğu zaman sürekli büyük mallar ediniyorsa artık onun halkla bağlantısı kopmuş demektir. O korumayı halka değil artık kendi mal varlığına yönelik yapmaktadır. Erdoğan da böyledir zaten. Erdoğan tek yüzük hikayesi vardı zaten. Şimdi bırakın yüzükleri artık yurtdışında mal varlıklarını hepimiz biliyoruz. Man Adası'nı açıkladım. Erdoğan şimdi kendisini ve mal varlığını korumakla yükümlü hissediyor. Koltuğundan gitmeyim diyor. Çünkü koltuktan gitmenin kendisi için ağır bir maliyet doğuracağını da biliyor. O nedenle Ekrem Bey'e bir şekliyle yargıyı kullanarak saldırıyor, bana da saldırıyor. Dünyanın tazminat davalarını açtı. Hatta şöyle bir örnek vereyim. Bir ara meşhur hapishaneyi ben 2. Dünya Harbindeki Nazi kamplarına benzetmiştim Silivri'deki hapishaneyi. Çünkü o dönemin genelkurmay başkanı tutuklanmış ve hapse atılmıştı. Ben genelkurmay başkanını ziyarete gitmiştim. Bir genelkurmay başkanı terörden veya başka bir nedenden dolayı hapse atılamaz (İlker Başbuğ). Burası 2. Dünya Harbindeki Nazi kamplarının bir benzeridir demiştim. Ben Ankara'ya gelmeden benim fezlekem gelmişti. Vay sen bunu nasıl söylersin diye. Sonunda tarih beni haklı çıkardı. O fezlekenin hiçbir anlamı kalmadı. Çünkü diğerlerinin tamamı beraat etti. Bakıldığı zaman kendisini iktidarda tutmak gibi hevesin içine giren bir siyasetçi iflah olmaz. Artık o siyasetçinin halka vereceği hiçbir şey yoktur. Ekrem Bey'e neden saldırıyorsunuz? Çünkü iş yapıyor Ekrem Bey. Onların bitiremediği, üzerine bir anlamda tamamen durdurduğu, 10 metro inşaatını aynı anda başlatan bir metropolün belediye başkanıdır Ekrem Bey.
Sayın İmamoğlu'na yönelik hukuki kıskaçla nereye varılmak isteniyor? Siz o varılmak istenen noktayla ilgili nasıl bir demokratik tepki göstermeye hazırlanıyorsunuz?
İBB DAVASI: HER ŞEY ÖNCEDEN HAZIRLANMIŞ
Kimse cehennemin kapılarını aralamasın dedim. Bunun çok ağır bir söz olduğunu sıradan bir vatandaşta bilir. Umarım Ekrem Bey'e bu cezalar yazılmaz. Yargı gerçekten de hukukun üstünlüğüne, vicdani kanaatine göre karar verir. Beklentimiz bu yönde. Eğer bu beklenti olmazda tam tersine Saray'ın talimatını yerine getiren bir mekanizmaya dönüşürse, bunun gereğini yapacağız. Bunu şimdi açıklamayı doğru bulmuyorum. Ekrem Bey'i neden almak istiyorlar? İstanbul'un rantı var. İstanbul'daki ranttan besleniyorlardı. İstanbul Belediyesi'nde çalışan bütün işçileri yoklama yaparak mitinge götürüyorlardı. Gelmeyen işçiyi seni atarız diye tehdit ediyorlardı. Şimdi öyle bir şey yok. Biz de miting yapıyoruz. 1 işçiyi dahi mitinge getirin demeyiz. İnsanlar oraya gelirse gönüllü gelir. Hatta bir işçi bana mail atmıştı biz bir miting yaptık. Biz sizin bizi zorla götürüp bizi zorla miting alanında tutacağınızı düşünüyorduk, hiç kimse bize böyle bir şey söylemedi şaşırdık. Evet şaşıracaklar. Çünkü demokrasi budur. Sizi zorla miting alanına götürürsek bu doğru değil. Şimdi Erdoğan bir yere gidince valiler, kaymakamlar herkesi seferber ediyor. Neredeyse ilkokul, ortaokul öğrencileri de dahil. Bu Erdoğan'ın artık topluma güven vermediğini, zorla insan topladığını temel karinelerden birisidir.
Siz göstereceğiniz demokratik tepkiyi ayrıntılı biçimde anlatmak istemiyorsunuz ama ben şöyle bir yorum çıkarabilir miyim? Yani Ekrem Bey'i makamından alma girişimini yaptıkları taktirde pişman olabilecekleri bir demokratik süreç başlar mı demek istiyorsunuz?
Elbette. Bütün tavırlarımız demokrasiden yana olacaktır. Bu ülkeye demokrasiyi getiren bir partiyiz biz. Çok partili yaşamın ne kadar değerli olduğuna inanan partiyiz biz. Farklı düşüncelerin değerli olduğuna inanan bir partiyiz. Farklı düşüncelerin yeni icraatlara, yeni buluşlara yol açtığına inanan partiyiz biz. Güçler ayrılığının ne kadar değerli olduğunu, hâkimin savcının değerli kurumları temsil ettiğini bilen insanlarız biz.
Toplumsal hâlleşmeden söz ediyorsunuz, öbür taraftan hesap sorma sürecinin başlayacağından bahsediyorsunuz. Sizin deyiminizle beşli çete. Burada bir çelişki yok mu?
Helalleşme şu; Gücü elinde tutan bir kişinin ya da bir kurumun yaptığı haksızlığı görüp ya da anlayıp bir şekliyle haksızlığa uğrayan kişiden özür dilemesidir. Yani bu işin doğasında olan budur. Ben hata yaptım iradesini ortaya koymasıdır. Helalleşmeden kast ettiğimiz budur. Ama kul hakkı yiyen yani vatandaşın ödediği vergileri hakkı olmadığı halde alıp servet edinen onu kendi varlık dünyasının kendi parçası haline getiren kişinin elbette bunun hesabını vermesi lazım. Ama bunu kinle öfkeyle değil. Bunu kinle öfkeyle yaparsanız Erdoğan'dan bir farkınız kalmaz. Yapacağınız hukuk kuralları içerisinde ve insanları rencide etmeden mağdur yaratmadan. Yargıç bir karar verdiği zamanda toplumun vicdanı da evet doğru bir karar diyebilmesi lazım. Hatırlatırsanız AK Parti ilk geldiğinde parlamentoda bir yolsuzlukları araştırma komisyonu kurmuştu. Ben de o komisyonun bir üyesiydim. Toplumda büyük bir dikkatle yolsuzlukların üzerine gidiyordu, dosyalar geldi, bazılarıyla ilgili davalar açıldı. Yolsuzlukları araştırma komisyonunun başkanı AK Parti'den bir milletvekiliydi. O sürecin takipçisi de olduğu için daha sonra o bir daha milletvekili seçilmedi. Erdoğan onu bir daha aday göstermedi. O dönem yapılan aslında bir anlamda Erdoğan’a prestijde kazandırdı. Evet Erdoğan geldi, yolsuzluklara izin vermiyor. Dolayısıyla kürsülerde seçim meydanlarında söylediği benim bir tek yüzüğüm var. Dolayısıyla Ankara'ya geldiğinde Keçiören'de mütevazi evde kaldım. Milletvekili lojmanlarını sattı, vatandaşın gönlünde güzel yerler etti. İşte özlediğimiz siyaset budur şeklinde toplumun geniş kitleleri tarafından kabul edildi ve Erdoğan kucaklandı. Şimdi aynı Erdoğan sokağa çıkamıyor.
Zenginleşmeden bahsettiniz. Ve bu bölümü kapatmadan önce bir anekdotu paylaşmak istiyorum izninizle. Bir dönemin güçlü siyasetçilerinden sayın Yaşar Topçu. Bir uçak yolculuğunda yan yana oturduk, kendisi elinde avukat çantası çizmeleri çamurlaşmış. Ben sordum, nereden geliyorsunuz diye? Davadan dedi. Halbuki çok büyük ihaleler veren bakanlıklarda bulunmuştu. Dedim ki bir zenginliği bir kenara ayıramadınız mı dedim. Cevabı aynen şu oldu: Siyasette zenginleşen babam bile olsa bilirim ki hırsızdır dedi. İnanıyor musunuz buna?
Kesinlikle. Siyasette zenginleşme olmaz efendim. Mal varlığınızda azalma olur. Siyasette zenginleşiyorsanız halkın deyimiyle malı götürüyorsunuz demektir. Dolayısıyla siyasette mal varlıklarının özellikle yönetici kadrolu mal varlıklarının kamuoyuna açık olmasını da ben isterim. Ben milletvekili seçildiğim gün kendi mal varlığımı kendi internet siteme koydum. Borcumu alacağımı her şey orada vardı. Eşimin yüzüğüne kadar ne varsa hepsini oraya yazdım. Ayıp olacak bir şey değil. Evim var, dairem var, evdeki tablolar var. Hepsini yazdım. Değişen bir şey olduğu takdir de yine yazarız, koyarız. Dolayısıyla bugünde yine kendi mal varlığım sitemde duruyor. İsteyen girer bakar oraya. Çünkü alın teriyle kazanılan şeyin ayıbı olmaz. Keşke hepimizin mal varlığı çok iyi olsa, hepimizin hayat standarttı çok iyi olsa, keşke herkesin evi, arabası olsa. En büyük arzumuz bu zaten. Siyaset kurumunun hedefi de bu. Toplumun refah düzeyini yükseltmek. Siz refah düzeyini yükseltmiyorsanız tam tersine alt gelir gruplarından bir avuç üst gelir grubuna milyar dolarları aktarıyorsunuz. Bu büyük bir haksızlık.
Çeşitli yurt dışı temaslarınız oldu. Finans çevreleriyle görüştünüz. Altılı Masanın olası iktidarın da Türkiye'ye kalıcı sermayenin yatırım amaçlı geleceğini ifade ettiniz. Bir taraftan da hesap sorma süreci başlarsa, sizin ifadenizle beşli çeteden bir hesap sorma süreci başlarsa, acaba dışarıdan gelecek olan sermaye ürkmez mi?
Hayır. Biz temiz sermaye diyoruz. Kirli para demiyoruz. Yani uyuşturucu baronlarının Türkiye'ye para getirmesini istemiyoruz. Temiz sermaya gelecek. Türkiye'de yatırım yapacak. Onlar zaten demokrasi istiyorlar. Can ve mal güvenliği istiyor. Buraya gelecek milyar dolarlık yatırım yapacak, birisi gelip üç tane mafya mal varlığına çökerse nerede arayacak adaleti? Mahkemelerin hali belli. Bir mahkeme adalete yönelik karar vermeye kalksa hâkimi ertesi gün değiştiriliyor, oraya başka bir hâkim getiriyorlar. Benim hayatımda da oldu bu. Hakimleri değiştirdiler. Bir seyyar hakimler var, belli talimatları yerine getirmek üzere. Bir davada farklı bir şey çıkacaksa seyyar hâkim oraya atanıyor. Birde üçlü hakimlerin olduğu seyyar mahkemeler var. Bu seyyar mahkemelerde oradan alınıp öbür davaya bakmak için görevlendiriliyor. Biz bunları da biliyoruz. Seyyar hakimleri de seyyar mahkemeleri de biliyoruz. Ama HSK onun da gereğini yapmak zorunda. Seyyar hâkim, seyyar mahkeme olmaz. Parayla pulla işi olan bir hâkim olmaz. Uyuşturucu baronlarından para alan hakimler olmaz. Şen Yaşar ailesine gittim ben, çocukları ve eşi öldürülen Şen Yaşar ailesi. 2, 2,5 yıldır savcı iddianame hazırlayamıyor korkudan. Böyle adalet mi olur. Dolayısıyla adalet dediğiniz kavramı yücelttiğiniz andan itibaren farklı bir Türkiye ortaya çıkacak.
Yurtdışından gelecek olan temiz sermayenin en büyük teminatı hukukun üstünlüğü mü olacak?
Hukukun üstünlüğü ve demokrasi. Bu ikisi. Zaten hukukun üstünlüğü varsa demokrasi var demektir o ülkede. Onlar zaten demokrasi olmadığı için can ve mal güvenliği olmadığı için, adalet olmadığı için nasıl yatırım yapalım diyorlar. Onlar gelmediği için iktidar özel yasalar çıkararak uyuşturucu baronlarnının paralarını getiriyor buraya. Tabi uyuşturucu baronlarının parası gelince kendisi de geliyor. 400 bin dolara daire aldığı takdirde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını veriyorsunuz zaten. Daha enteresan olanı bir kaç yerde dillendirdim onu. İngiltere dünyanın en önemli 20 üniversitesinden mezun olanların listesini yapıyor. Bu üniversitelerden mezun olan İngiltere'ye gelirse arzu ederse derhal vatandaşlık veriyoruz diyor. En zeki, en çalışkan, en becerikli insanları kendi ülkesine topluyor. Biz buna yüksek yetenek inşaası diyoruz. Ama bizim ülkemizde ise tam tersi. 400 bin dolarınız varsa hemen size vatandaşlık veriyorlar. Sormuyorlar bile. Uyuşturucu baronumudur nedir diye. Dolayısıyla aramızdaki bu görüş farklılığının bir tarafta yetenekli insanların kendi ülkelerine gelmesi için çaba harcayan devletler, bir de bizim gibi ülkeler yüksek yeteneklerin kendi ülkelerinden kaçtığı ülkeler. En yetenekli insanlarımız yurt dışına gidiyor. ABD'ye gidiyor. MIT'ye gittim mesela. Çok sayıda Türk var mesela. Almanya'daki üniversiteler de var. Diğer ülkeler de de var. Altı liderde bu yüksek yetenekli gerçekten bilime, bilgiye katkı yapan hocaların Türkiye'ye gelmesi için, beyin tersine çevirmek gibi hedefimiz var.