30 yıldır Afrika'yla ilgilenen İran, Afrika kıtasını İran'ın en önemli ilgi odaklarından biri olarak gören bir strateji geliştirdi.
Bu stratejinin iki belirleyicisi var. Bunlardan ilki, nükleer projesinin arka planındaki uluslararası kuşatmaya karşı koymak, diğeri ise yine aynı proje için ihtiyaç duyduğu uranyumu elde etmek.
Bu bağlamda İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Afrika'nın doğusunda ve güneyinde yer alan üç ülkeye yaptığı ziyaret, türünün ilk örneği değil.
Daha önce de Mahmud Ahmedinejad, yoğun bir faaliyet göstermiş ve bunu İran'ın Afrika'yla etkileşiminde tam on yıl süren bir belirsizlik dönemi izlemişti.
Bununla birlikte Tahran, özellikle Afrika'ya İran ekonomisini canlandıran ve canlandırmaya devam eden küçük taksi ihracatı alanında ekonomik iş birliğini sürdürdü.
Denebilir ki Tahran gerek mekanizmaları gerekse kendisiyle etkileşim halindeki tarafları değiştirmek bakımından stratejisini uygulamada büyük bir esnekliği muhafaza etti.
Buna bakarak İran'ın Afrika'ya yönelik stratejisinin birkaç aşamadan geçtiğini ve her bir aşamada izlenen politikalar açısından İran'ın Afrika konusunda dönüşümler geçirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
İran-Afrika ilişkilerinin ilk aşamasında Tahran, Afrika'da yayılma mekanizması olarak Şiilik mezhebine dayandı. Hedefi, kıtada mezhep birliği temelinde Arap Körfezi'ne bağlı gördüğü Sünni yayılımın doğasını etkilemekti.
İran gerçekten de Afrika'nın batısında, özellikle de farklı zamanlarda hükümete karşı savaşan bir Şii ordusunun olduğu Nijerya'da kendisi için birçok dayanak noktası inşa etmeyi başardı.
Komorlar Devlet Başkanı'nın başmuhafızının 2008 yılında Şii olduğunu duyurmasının yanı sıra Sudan'da resmî olarak ilan edilmeyen yaygın Şiileşmeye dair sızıntılar, bu bağlamda dikkat çekici olabilir.
Bu, Sudan'ın Eylül 2014'te bilhassa halktan gelen talepler doğrultusunda Sudan'daki tüm İran hüseyniyelerini (Şii toplanma yerlerini) kapatma kararını anlaşılır kılabilir.
Jeopolitik düzeyde İran, 1991'deki Sudan sahasını hareket noktası olarak belirleyerek kuzey ve güney arasında patlak veren ve İslami Kurtuluş Hükümeti'nin o dönemde askerî olarak bitirmeye çalıştığı Sudan iç savaşının gerekliliklerinden faydalandı.
İran'ın Afrika ile etkileşiminin ikinci aşaması, 2006'daki Lübnan savaşının sonuçlarıyla hazır hale geldi. Bu dönemde İran'ın Afrika Boynuzu bölgesindeki varlığı, bu savaşın sonuçlarına bölgesel ve uluslararası tepkiler hesaba katılarak güçlendi.
Bu bağlamda Tahran'da, İran'ın alışıldık dairesinin dışına çıkması ve Arap (Basra) Körfezi suları ile Hint Okyanusu sularının ötesindeki deniz etkinliği için yeni bir harita çizmeye çalışılması yönünde karar kılındı. Bu karar, çeşitli değerlendirmelere dayanıyordu.
Bu değerlendirmelerden ilki de Afrika Boynuzu'nun Ortadoğu harekât sahasına ve Husi milislerin İran Devrim Muhafızları tarafından eğitildiği Yemen yakınlarındaki Babü'l-Mendeb Boğazı'na yakınlığıdır.
İkincisi ise İran'a herhangi bir abluka dayatma girişimini kırmak ve deniz kuvvetlerinin etkinliğini Basra Körfezi ile Arap (Umman) Denizi'nin ötesine yaymak.
Bu stratejiyi uygulamak için ilk resmî adım 2009 yılında, başkent Cibuti'de Cumhurbaşkanı İsmail Ömer Gulle ile o zamanki İranlı mevkidaşı Mahmud Ahmedinejad arasında yapılan İran-Cibuti zirvesinden sonra atıldı.
Bu zirvenin sonucunda iş birliği için bir mutabakat zaptı imzalanmıştı. Bu mutabakat zaptında iki ülke vatandaşlarına giriş vizesi muafiyeti tanınması, eğitim merkezleri inşa edilmesi, İran Bankası tarafından Cibuti Merkez Bankası'na kredi verilmesi, ortak bir komite kurulup Cibuti'deki kalkınma sürecine katkı sağlanması, Cibutili öğrencilere Tahran üniversitelerinde eğitim bursu verilip bazı mali yardımlar sunulması gibi maddeleri yer alıyordu.
Tüm bu adımlar, İran'ın Afrika Boynuzu bölgesindeki etkinliğinin artmasını sonuç verdi. O kadar ki Somali'de Afrika Devrim Muhafızları adında bir oluşum ortaya çıktı.
İran'ın uranyum ihtiyacının karşılanması meselesine gelince; mesela İran'ın Batı Afrika ülkeleriyle ilişkiler kurmaya hevesli olduğunu görüyoruz.
Gine de bu ülkelerden biri. 2007'de burada uranyum çıktı ve Tahran'la arasındaki ticaret sadece üç yıl zarfında yüzde 147 arttı.
İran, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin son turunda ziyaret ettiği Zimbabve ve Uganda gibi uranyum üreten ülkelerle ilişkilerini sağlamlaştırma konusunda da etkili faaliyet yürütüyor.
İran-Afrika ilişkilerinin üçüncü aşaması, yakın zamanda Çin'in gözetiminde gerçekleşen İran-Suudi Arabistan yakınlaşmasının ve Kahire ile Tahran arasındaki ilişkilerin yeni bir bölgesel durumda birden fazla düzeyde normalleşmesinin sonucudur.
Söz konusu yeni bölgesel durum, genel olarak Arap-İran ilişkilerini güçlendirebilir ve İran'ın Afrika'da yüzleştiği zorlukların sınırlandırılmasına katkı sağlayabilir.
Bu zorluklar, İran'ın bilhassa eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani döneminde Kara Kıta'dan (Afrika) çekilmesinde etkili pay sahibidir.
Ruhani yönetiminde Yemen savaşı ve Polisario Cephesi krizi zemininde hem Körfez'de hem de Fas'ta bir İran gerilimine tanık olunmuştu.
İlk kriz için bir çözüm yolu bulunduysa da İran-Fas ilişkileri hâlâ ufukta görünüyor ve İran diplomasisinin özel ilgisini gerektiriyor.
İran-Afrika ilişkilerine dair gelecek senaryoları, Tahran'ın bu aşamada ekonomik etkileşim mekanizmalarına odaklanıp mezhepsel sızma mekanizmalarından ya da Afrika Boynuzu çevresinde Devrim Muhafızları yoluyla askerileştirme teşebbüslerinden uzak durmasını gerektiriyor.
Zira başarısızlığı kanıtlanan bu mekanizmalar, İran'ın son on yılda Afrika'da gerilemesinin işaretlerinden biri sayılıyor.
Nitekim İran-Afrika Tacirler Kulübü'nün göstergelerine göre İran'ın Afrika ile Mart 2022'den Şubat 2023'e kadarki ticaret hacmi, 1,2 milyar doları geçmedi.
İbrahim Reisi'nin ziyaretinin İran ilişkilerini ileri taşıması beklenebilir, zira ziyaret ettiği ülkelerde memnuniyetle karşılandı.
Bu belki de İran'ın Afrika'da uzun bir süredir dillendirdiği ‘Batı'nın Afrika kaynaklarını sömürmesine karşı koymak için güney ülkelerinin iş birliği kurması' gerektiği yönündeki söyleme dayanıyordur. Bu, Afrika'da özellikle genç kesimler arasında büyük bir yankı uyandırıyor.
Bununla birlikte bu, İran'ın halihazırda bu ilişkileri hızlandırmak için yeterli altyapıya sahip olmadığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Mesela Türkiye'nin 30 ülkede büyükelçiliği varken İran'ın sadece 20 Afrika ülkesinde büyükelçiliği var. Üstelik Türkiye, 45 Afrika ülkesiyle iş konseyi oluşturduktan sonra Ankara ile Afrika arasındaki ticaret hacmi 2021 yılında 34 milyar dolara ulaştı. Halbuki İran, Afrika'da geniş ölçekte böyle bir mekanizmadan yoksun.
Bizce İran, Afrika'yı yalnızca maden kaynaklarına ihtiyaç duyduğu bir ticari ortak olarak görmeyip iki konuda büyük bir çaba sarf etmeli.
Birincisi, güney ülkelerinin kendi aralarında iş birliği hedefinin, Afrika'nın stratejik ihtiyaçlarının karşılanmasıyla bağlantılı olmasıdır ki bu, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin son ziyaretinde açıkça ifade edemediği bir şey.
Reisi, İran'ın, Şiiliği yayma çabasına ilişkin önceki uygulamalarının doğal bir sonucu olarak Afrika düzeyindeki niyetlerinin mahiyetine dair şüphelerle boğuştuğu bir zamanda yalnızca İran'ın ihtiyaçlarına odaklandı.
Bu bağlamda kıtaya tarımda yardımcı olmak ve gıda güvenliğini sağlamak, İran ve Mısır gibi tüm orta güçteki ülkelerin katkıda bulunması gereken bir konudur.
Zira kıtanın doğusunda ve batısında, Sudan ve Ukrayna'daki savaşın şiddetlendirdiği bir kıtlık mevcut.
Bu aşamada ekonomisi zorlu koşullardan geçen İran'dan Afrika'ya bir miktar yatırım pompalaması da beklenebilir. Çünkü bu yatırımların getirisi büyük ve olumlu bir etkiye sahip olacaktır.
Özetle denebilir ki İran'ın Afrika'ya doğru yeni yönelimi, İran'ın ekonomik yeteneklerini destekleyecek Afrika kaynaklarına ihtiyaç duyan kötü ekonomik durumdan kaynaklandı.
Bunu mümkün ve gerçekçi kılansa İran'ın Arap bağlamında normalleşmesidir. Nitekim İran, büyük yüklerden ve önemli zorluklardan kurtuluyor ve bu da onu geçmiş dönemde Araplarla ilişkisini kuşatan bir çatışma haline alternatif olarak, Afrika'daki çıkarlarını karşılama ve bundan kazanç elde etme konusunda daha yetenekli ve özenli kılıyor.
Independent Arabia