20 Haziran Dünya Mülteci Günü'nde gözler yeniden Türkiye'deki göçmenlere çevrildi. Peki gönüllü geri dönüş gerçekçi politikalara mı dayanıyor? Suriye’de Esad rejimiyle kerhen de olsa görüşme şart mı? Uzmanlar Independent Türkçe için yanıtladı
Ülkenize dönmeyi mi düşünüyorsunuz? Gönüllü geri dönüş süreci ve sahip olabileceğiniz destekler hakkında bilgi almak için hemen bize ulaşın, ülkenizdeki yeni geleceğinize başlamanız için size destek olalım”
Ulusal Destekli Gönüllü Geri Dönüş Mekanizması, kendi ülkelerine dönmeyi düşünen yabancılar için dönüşlerini kolaylaştıran bir program.
Kurumsal web sayfalarından sordukları soru ise hemen yukarıda yer alan.
Peki geri dönmek o kadar kolay mı?
Türkiye, BM Dünya Mülteciler Günü’nde bu sene de dünyada en fazla mülteciye evsahipliği yapan ülkeler içindeki birinciliğini muhafaza etti.
Göç İdaresi Başkanlığı, gönüllü geri dönüşü uluslararası koruma veya geçici koruma kapsamındaki bir yabancının uluslararası korumasının sona ereceğini bilerek kendi ülkesine dönmesi, dolayısıyla ev sahibi ülkedeki uluslararası koruma statüsünü yitirmesi olarak tanımlıyor.
Yani kişinin "hür iradesi" gerekiyor.
Türkiye dünyada göçün en önemli rotalarından birinin üzerinde bulunuyor.
Ortadoğu, Asya ve Doğu Afrika'dan Doğu Akdeniz ve Türkiye-Balkanlar üzerinden Batı Avrupa'ya yönelen hat yani Doğu Akdeniz Rotası.
Yani jeostratejik konumuyla övünen Türkiye, araştırmacı-yazar Bülent Şahin Erdeğer'in tabiriyle her sefanın cefasını da çekiyor.
Erdeğer'in aktardığı gibi dünyanın ana yollarının üzerinde, bir köprü üzerinde yaşamak demek küresel göçle de yüzleşmeyi beraberinde getiriyor.
Evet, Türkiye en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke.
Muhalefetin seçim boyunca öne sürdüğü Türkiye’de 10-13 milyon sığınmacı olduğu bilgisi ise doğrulanabilir değil.
Göç İdaresi Başkanlığı’nın açıkladığı resmi verilere göre Türkiye'deki kayıtlı yabancı sayısı toplam 4 milyon 990 bin 663.
Bu, Birleşmiş Milletler’in açıkladığı rakamlarla da uyumlu görünüyor.
Bununla birlikte Türkiye’deki düzensiz göçmenlerle ilgili verilerin net olmaması ülke sınırları içinde ne kadar yabancı olduğuna dair tartışmaların ana sebeplerinden biri.
İltica ve Göç Araştırma Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır, Türkiye’deki kayıt dışı yabancı sayısına dikkat çekiyor.
"Maksimum 700 bin-800 bin olduğu tahmin ediliyor akademisyenlerin araştırmalarından yola çıkarak... İçişleri Bakanlığı’nın Türkiye'deki yabancılarla ilgilenen TÜİK verilerine dayalı olarak işte 6 milyon yabancı var deniyor. Bunların içinde tabii öğrenci olarak gelenler, ikametle uzun süreli ikamet sahibi olanlar var" diyor.
Sayılarla ilgili tartışmalar bir yana, Türkiye’de göçmenlerin varlığı üzerinden yaşanan tartışmalar da sıcaklığını koruyor.
Uluslararası hukukta mültecilerin sürekli olarak statüsünün devam etmesi istenen bir durum değil.
Bu sebeple Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tüzüğünde de uluslararası korumanın kalıcı çözüm türlerinden birisi ile sona ermesi gerektiği belirtiliyor.
Kalıcı çözüm türleri gönüllü geri dönüş, yeniden yerleştirme ve yerel entegrasyon…
Göçmen ve mültecilere karşı kamuoyunda olumsuz bakış açısı yükselişte.
Bununla birlikte siyasetin de yabancılar ve sığınmacılara yönelik tutumu gittikçe sertleşiyor.
“Gönüllü geri dönüş” adı altında geçici koruma kapsamındaki kişilerin zorla sınırdışı edildiği iddia ediliyor.
İdari gözetimde zor şartlar altında bulunan yabancılara bir an önce dışarıya çıkabilmek için bu gönüllü geri dönüş formlarının imzalatıldığı öne sürülüyor.
Bir yandan ise işin iç siyaset boyutu var.
Türkiye’deki Suriyelilerin varlığı birçok siyasi parti tarafından hükümete karşı güçlü bir koz olarak kullanılmaya başladı.
Hükümet ise 10 yılı aşkın süredir devam ettirdiği “Mazlumlara ev sahipliği” söylemini “Güvenli&gönüllü geri dönüş” ile değiştirmek zorunda kaldı.
Hatta öyle ki; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim zaferini ilan ettiği balkon konuşmasında "1 milyon sığınmacının geri dönüşünü temin edeceğiz" mesajı verip, seçim sonrası yeni kabineyle düzenlenen ilk Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı sonuç bildirisinde de Suriyeliler’in ülkelerine dönmesi için uluslararası işbirliğinin önemine dikkat çekti.
Peki şu anda nasıl bir politika izlenecek?
Türkiye'nin göç politikasında bir değişim öngörülüyor mu?
Güvenli ve gönüllü geri dönüş gerçekten sağlanabilir mi?
Ortadoğu, Avrasya ve Asya Pasifik Araştırmaları Platformu (ODAP) Direktörü Dr. Ali Semin, özellikle metropollerde yaşayan kesimin göçmenlere yönelik bir tehdit algılaması olduğunu kabul ediyor, bununla birlikte göç meselesinin artık bir ulusal güvenlik sorununa dönüştüğünü savunuyor.
Konunun sadece Türkiye’de tartışılmadığını, küresel bir sorun olduğunun altını çiziyor Semin.
Özellikle son dönemde hem iktidar hem muhalefet temsilcilerinin meselenin toplumun algıladığı gibi ulusal, demografik, ekonomik, sosyolojik bir problem olarak algıladığını, bunun ayırdına vardığını belirtiyor.
Türkiye’nin uyguladığı açık kapı politikasını eleştiren Semin meselenin aslında I. Körfez Savaşı ile birlikte başladığına işaret ediyor, gelecekte Türkiye’nin daha derin bir problem ile karşı karşıya kalabileceği hatırlatmasını yaparak:
Dünya Bankası 2020’de bir rapor yayımladı. Bu rapor 2050 yılında 216 milyon insanın kuraklık, iklim değişikliği, savaş, çatışma, ekonomi ve gıda güvenliğin sorunları yüzünden dağılacaklarını, yer değiştireceklerini, göç edeceklerini söylüyor. Özellikle kuraklık üzerinde duruluyor. Bu rakama baktığımız zaman bizim için çok tehlikeli bir durum söz konusu. Yani 216 milyon insandan kaçı bize gelecek? Türkiye şimdiden bunun için de hazırlıklı olmalı. Çünkü devletin akılsal olarak orta ve uzun vadeli stratejileri belirlemesi gerekiyor”
Dr. Semin’e göre devletin belli bir politikasının olması ve bu politikayı devlet stratejisi haline getirmesi gerekli zira ona göre göçmenler Türkiye’nin demografik yapısı ve ekonomisine zarar veriyor.
"Göçmenler siyasi pazarlığın unsuru haline getirildi"
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin eski sözcüsü olan İGAM Başkanı Metin Çorabatır ise göçmenlerin özellik son dönemde siyasi pazarlık konusu haline getirildiğini ifade ediyor.
Çorabatır, “İktidar da geri göndereceğiz demeye başladı. Çünkü burada bir siyasi rant var. Oy kazandırıyordu. Bunu gördüler önceki seçimlerde de” diyor.
İGAM Başkanı’na göre gönüllü geri dönüşün koşulları Suriye özelinde henüz oluşmuş değil:
Suriye'ye geri dönüşleri uluslararası hukuku açısından mümkün değil. Bunun şartları henüz oluşmadı. Bu nasıl oluşabilir? İki süreç var. Bir Astana süreci, biri Cenevre süreci. İkisinde de bir ilerleme olmuyor. Çözüm olmadığı sürece zor. Suriye’de yeni bir anayasa konusunda tarafların anlaşması, savaş suçu, insanlık suçu işleyenlerin -eğer iki taraftan da varsa- cezalandırılması, seçimlerin yapılması, hukuk ve iç güvenlik sisteminin reformlara tabi tutulması… Böyle bir paketin, bugünkü Suriye'yi değişmesini sağlayacak bir paketin şekillenmesi gerekiyor öncelikle”
"5 yıl bir ülkede kalan mülteci bir daha geri dönmek istemiyor"
Beykent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğretim görevlisi Dr. Kemal Olçar ise 5 yıl süreyle bir noktada kalan mülteci bloğunun artık geriye dönmek istemediği tespiti yapıyor:
Yani beş yılı aşkın göç faaliyetlerinde, geriye dönüşlerde aksamalar meydana gelirse bunu çok iyi değerlendirmek lazım. Göç faaliyetinin birkaç boyutu var. Sağlık boyutu, insani boyutu, güvenlik boyutu, sosyokültürel boyutu… Tüm bunları beraber düşünmemiz gerekiyor. Savaştan kaçmış olan insanları evinizde misafir ediyorsunuz. Fakat bir de ekonomik boyutları var. Yaklaşık 12 yılda sadece mültecilerin bakımı ve güvenliği için büyük bir para harcanmış durumda. Avrupa Birliği ve ABD gibi ülkeler yardım etmediler Türkiye bu konuda. Yalnız bıraktılar”
Özellikle kültürel kodlardan hareketle çatışmanın kaçınılmaz olduğuna değiniyor Olçar.
Olçar, “Günlük davranışlardan tutun da kadına bakışa ya da ikili ilişkilerde sorunları çözme alışkanlıklarından inanç sistemlerindeki farklılıklara kadar bir endişe yaratıyor. Ama şimdi asimilasyon mu olacaklar sağlayacaklar ya da geriye mi dönecekler? Soru da sorun da bu” diyor.
Gönüllü geri dönüş sadece Suriye ile zorunlu görüşme ile mi mümkün?
Gönüllü, güvenli bir geri dönüş sağlanması üzerinden tesis edilmeye çalışılan bir politika var.
Peki bu reel politikle uyuşuyor mu?
ODAP Direktörü Dr. Ali Semin’e göre bu sorunun yanıtı “Şimdilik hayır”:
Gönüllü demeniz için o ülkenin çok müreffeh olması gerekiyor. Ki; geri dönsünler. Savaştan, ekonomik yıkımdan kaçmış insanların dönüşleri için kendi vatanları, kendi toprakları, kendi ülkeleri, hiçbir gelecek vaat etmiyor. Türkiye ise vatanları olmamasına rağmen onlara daha çok gelecek vaat ediyor. Buraya yerleşiyorlar, iş imkânı sağlıyorlar, kimileri istediği gibi şirket kurabiliyor. Hiçbir şey yapamazlarsa Türkiye üzerinden kaçak yollarla Avrupa’ya gitmeye çabalıyorlar”
Dr. Kemal Olçar ise Suriye haricinde dillendirilen “üçüncü taraf” örneğini anımsatıp olası Ankara-Şam ilişkilerine değiniyor:
Üçüncü seçenek doğrultusunda göçmenlerin üçüncü bir yere intikali ya da transferi çok kolay değil. Çok da örneği yok. İngiltere denemeye çalışıyor. Kendi göçmenlerini Ruanda'ya aktarmaya çalışıyor. Ama çok başarılı olacağını tahmin etmiyorum. Esed rejiminin öncelikli muhalif gruplarla barış yapması gerekiyor. Türkiye'nin temel şartlarından biri bu. Dolayısıyla bu barış için Suriye’de yeni anayasa şart”
Dr. Olçar, ABD’nin Suriye topraklarındaki varlığı ve terör örgütü PKK'yla ilişkisini ortadan kaldırması gerektiğini ve hükümetin geri dönüşler için Suriye rejimiyle her seviyede görüşme yapmasının elzem olduğu kanaatinde.
Mültecilere yönelik nefretin sebebi ne?
Toplumdaki baskın algı mülteci grupların Türkiye için tehdit yarattığı yönünde.
İGAM Başkanı Metin Çorabatır’a göre bu algı “Kültürümüz-vatanımız işgal ediliyor” anlayışından yola çıkarak şekilleniyor:
Kültürümüz işgal ediyor yönünde bir anlayış var. ‘Her taraf Arapça levhalar, Türkçeyi unutacağız, doğum oranları çok yüksek, 30 yıl içinde Arap nüfusu Türk nüfusunu geçecek’ şeklinde ilerleyen bir algılama bu. Hatta bir de ‘Bunlar iktidarı silah zoruyla ele geçirecekler’ minvalinde bir de güvenlik eksenine oturtuluyor toplumsal algılamaya bakıldığında. Adli suçlara bakıldığında toplumsal düzenin bozulması açısından gerek Suriyeliler olsun gerek diğer ülke vatandaşlarının Türkiye'de bu suçlara katılma oranlarının çok düşük olması ise halihazırdaki algıyla çelişiyor. Çeteleşme, hırsızlık gibi istatistikler göz önüne alındığında göçmen grupların Türk vatandaşlarının katıldığı benzer suçlardaki istatistiklerden daha düşük olduğu gözlemleniyor”
Independent Türkçe