Eğitimi, işi, hayır işleri, spor etkinliği ve hatta ikamet adresi hakkında yalan söylediği basın tarafından ortaya çıkarıldıktan sonra ABD Temsilciler Meclisi'nin yeni üyesi George Santos'un uydurduğu yalanın boyutu, Amerikan toplumunu son günlerde dehşete uğratan istisnai durumlardan biri olabilir.
Ancak Amerika ve birçok dünya ülkesindeki siyasetçilerin, seçilmek veya işlerini kendilerine uygun şekilde yürütmek için genelde yalan söyledikleri düşüncesi, seçmenlerin çoğunluğu nazarında neredeyse kabul edilir ve anlaşılır.
Peki niçin içerliyorlar ve tüm yalanlar zorunlu olarak ahlaken yanlış mı?
İki ayrı yüz
Bazıları, genelde insanların çoğunun yaptığı özel ve halka açık konuşmalar arasındaki uyuşmazlıkları ikiyüzlülük değil, zevk ve nezaketin dayattığı kabul edilebilir bir şey olarak görebilir.
Sözgelimi can sıkıcı akrabalara ziyaretlerinden memnun olduğumuzu söyleriz veya beceriksiz bir garsona kötü hizmetinden ötürü teşekkür ederiz ya da hatalı olduklarını bildiğimiz patronlarla hemfikir görünürüz.
Bununla beraber bu bazıları, siyasette ikiyüzlülük ve yalanı kabullenmezken diğer bazıları bunları, iki ayrı şekilde kullanılabilecek araçların bir örneği olarak görür.
Birinci şekilde yalan, Başkan Richard Nixon'ın Watergate skandalına karıştığını reddetmesinde olduğu gibi aşırı, yasadışı ve kişisel çıkarlar için kullanılır.
İkinci şekilde ise Başkan Abraham Lincoln'un Amerikan iç savaşını engelleme çabası gibi meşru kamusal çıkarlar için ya da Başkan Dwight D. Eisenhower'ın Soğuk Savaş esnasında Sovyetler Birliği'nin kendi toprakları üzerinde bir Amerikan casusluk uçağını düşürmesini inkârı gibi ABD'nin itibar ve güvenliğini korumak için kullanılabilir.
Bununla beraber son yıllarda siyasetçilerin yalan söyleme oranları epeyce arttı ve olgu, en yüksek güç seviyelerinden en düşük seviyelere taşındı.
Amerikan medyası neredeyse her gün toplumun dikkatini, sağcı veya solcu siyasetçilerin diğer tarafa karşı dillendirdiği yalanlara çekiyor.
Bu yalanlar da çoğunlukla Amerikalıları bitkinliğe, hüsrana ve güvensizliğe uğratacak kadar açık ve kaba oluyor.
New York eyaletinden Temsilciler Meclisi üyesi George Santos'un tüm hayal sınırlarını aşan yalanları ise insanların, siyasetçilerin neden yalan söylediğine dair sorgulamalarını yeniden gündeme getirdi.
Ama en önemli soru hâlâ şu:
Halk ve seçmenler, siyasetçilerin yalan söylediklerini biliyorsa niçin patlayan bir yalan bombasıyla her yüzleşmelerinde dehşete uğruyorlar?
Bütün siyasetçiler yalancı mı?
Genelleme yapmak yanlış olsa da ABD'de ve dünyanın birçok ülkesinde farklı zamanlarda "tüm siyasetçilerin yalancı oldukları" şeklinde yaygınlaşmış bir klişe var.
Bu genelde, siyasetçilerin doğrudan ziyade yalan söyleyerek elde ettikleri kazançlar sebebiyle zihinlere yer etmiş bir imajdır.
Örneğin kendilerine, toplumlarına veya siyasi geleceklerine zararlı olduğunu düşündükleri bilgileri gizlerken ya da sahip olmadıkları güçlere ve hak etmedikleri üstünlüklere sahip olduklarını iddia ederken yalan söylerler.
Seçmenler, onları hesaba çekmek için doğru bilgilere ihtiyaç duyduğunda ve yalanları ortaya çıkarmak için bu bilgileri elde etmede zorlukla karşılaştıklarında siyasetçilerin performansını değerlendirmek zorlaşıyor.
Siyasette yalan meselesi kadim, hatta kökü tarihin derinliklerinde olsa da olgunun sınırlarının genişlemesi, güven eksikliğini sonuç verdiği göz önünde bulundurulunca Amerika'da dikkate değer şekilde endişelendirici bir hal aldı.
Nitekim dürüstlük, siyasetçilerde olması en çok istenen özelliklerden biri kabul edilir, çünkü bu, başkaları tarafından görülmediğinde bile ahlaki tavra bağlılık için güçlü bir motivasyon sağlar.
Bununla beraber dürüst ve yalancı siyasetçileri ayırt etmeye çalışan seçmenler, rahatsızlık veren bir sorun ve büyük bir zorlukla yüzleşiyor, zira stratejik hile yöntemlerini ustalıkla uygulayan veya sorumluluğu başkasına yükleyen siyasetçiler, dürüst görünmeye çalışıyor.
Nefret yok
Siyasette dürüstlük önemli olsa da davranışsal ekonomide ve sosyal psikolojide seçmenlerin ve halkın yalancı siyasetçilerden nefret ettiğine dair bir delil yok.
Stanford Üniversitesi'nin yayınladığı bir araştırma yalandan hazzetmeyen siyasetçilerin yeniden seçilme şanslarının diğerlerine göre daha az olduğunu ortaya koydu ki bu, dürüstlüğün siyasette işe yaramayabileceğini gösteriyor.
Aynı şekilde daha önce yapılan araştırmalar da toplum nazarında daha az kabul gören kişisel özelliklere sahip siyasetçilerin, tekrar seçilme gibi çeşitli siyasi başarı göstergelerinde başkalarına üstün geldiğini ortaya çıkardı.
Sahtekarlık durumunda, dürüst olmayan siyasetçiler, bencil başka hedeflerini gerçekleştirme peşinde ahlaki normlara meydan okumaya daha hazır olurlar.
Eğer fark edilmezler veya cezalandırılmazlarsa ahlaki normlara meydan okuma yetenekleri, onlara yönetimde siyasi bir üstünlük verebilir ve iktidarda daha uzun bir süre kalmalarının yolunu açabilir.
Bazen tecrübeden yoksun dürüst siyasetçilerse bu ahlaki ikilemlerle yüzleştiklerinde içerler ve tekrar aday olmayı kabul etmezler.
Bununla beraber seçmenlerin çoğunluğunun yalancı siyasetçilerden nefret etmemesi, onların birçok siyaset bilimci ve filozofun sebeplerine dair çeşitli yorumlar sunduğu davranışlarından memnun olmadıkları anlamına gelmez.
Saygısızlık
Aydınlanma çağı filozofu Immanuel Kant'a göre yalandan duyulan hoşnutsuzluğun ilk sebebi, bunun bir tür saygısızlık olmasıdır.
Onun ifadesiyle, "bana yalan söylediğinde bana, seninle aynı ahlaki değere sahip biri olarak değil kendi hedeflerine ulaşmak için manipüle edilen bir nesne veya bir araç ya da alet gibi muamele etmiş oluyorsun."
Bundan dolayı Kant bu ilkeyi, ne kadar faydalı olursa olsun tüm yalanları kınamak için bir sebep olarak yeterli gördü.
Ancak diğer filozoflar, bazı yalanların vatandaşlara saygı ile bağdaştırılabilecek ölçüde önemli olduğunu düşünmüşlerdir.
Bu bağlamda Platon, Devlet adlı eserinde kamu yararı, yöneticinin yalan söylemesini gerektiriyorsa yöneticileri kendilerini aldattığı için vatandaşların müteşekkir olmaları gerektiğini savunuyor.
Michael Walzer gibi çağdaş siyaset bilimci filozoflar, siyasetin ittifaklar kurmayı ve tavizler ve değiş tokuşlarla dolu bir dünyada bazen hileyi içeren anlaşmalar yapmayı gerektirdiği düşüncesinden hareketle bu görüşe katılıyor.
Walzer'a göre "Bu tür eylemlerle ellerini kirletmeye hazır olmayan kimse siyasette başarılı olamaz, aksine seçmenlerin, etkin siyasi yükümlülük buysa, bunu yapan siyasetçileri tercih etmeleri gerekir."
Siyasi yalanlar ve halkın cehaletinden faydalanmak, genel manada yanlış olsa da bazı durumlarda bu hataları yapmak, çok daha büyük kötülüklerden sakınmak için tek yoldur.
Georgetown Üniversitesi'nde siyaset felsefecisi olan Jason Brennan, aldatmaca, cahil veya kötü niyetli seçmenlerin zararlı politikalar ortaya koymasını engelliyorsa siyasetçilerin bazen halka yalan söylemelerini haklı buluyor.
Mesela bağnaz seçmenler köleliği ya da ırksal ayrımcılığı tercih ediyorsa bir adayın bu tutumları destekliyormuş gibi yapması, daha sonra göreve geldiğinde seçim vaatlerinden geri adım atması haklı görülebilir.
Brookings Enstitüsü'nde kıdemli bir araştırma görevlisi olan Jonathan Rauch'a göre "birçok durumda yarar sağlayabilecek siyasi aldatmacanın yaygınlaşmasının nedeni, siyasi ikiyüzlülüğün bazen anlaşmaları, müzakereleri ve diplomatik manevraları kolaylaştırmak için gerekli bir araç haline gelmesidir."
Güveni kötüye kullanma
Seçmenlerin siyasetçilerin yalanlarından memnun olmamasının ikinci sebebi, öngörülebilirlik düşüncesinde yatmaktadır.
Adaylar, seçimler için yalan söylerse yapmayı planladıkları şey bilinemez. Dolayısıyla seçmenlerin ve genel olarak toplumun çıkarlarını en iyi şekilde temsil edeceklerine dair bir güven söz konusu olamaz. Çağdaş siyasi filozof Eric Beerbohm konuya dair görüşünü, "Siyasetçiler bize hitap ettiğinde bizi onlara güvenmeye çağırıyorlar. Bize yalan söyleyen siyasetçi, memnun olmayacağımız bir yolla bu güveni kötüye kullanmış olur" şeklinde dile getirmektedir.
Ancak bu fikirlerin bir sınırı var gibi görünüyor. Seçmenler, adayların niyetlerini anlamak, dolayısıyla da ne yapmayı planladıklarına dair isabetli kanaatlere varmak için onların sözlerine inanmaya muhtaç olmayabilir.
Bunun en güncel örneklerinden biri de şu:
2016 yılında eski Başkan Donald Trump için oy kullanan çoğunluk, Trump Meksika'ya bir sınır duvarı parasını ödetme fikrini öne sürdüğünde, bedelini Meksika'nın ödeyeceği bir duvar inşa etmenin gerçekte mümkün olduğuna inanmadı ve onun bu sözünü gerçek olarak algılamadı.
Ancak bu yalanın, Trump'ın Meksika'dan göç konusundaki genel duruşunu güçlü bir şekilde ifade ettiğini anladılar ve bu duruşundan ötürü ona oy verdiler.
Seçim yetkisi
Seçmenlerin seçim kampanyasında söylenen yalanlardan rahatsız olmalarının üçüncü sebebi seçim yetkisi fikrinden kaynaklanıyor.
Yazıları, ABD'deki Bağımsızlık Bildirgesini etkileyen Filozof John Locke'a göre siyasi güç, yönetilenlerin onayına dayanır, dolayısıyla yetkili veya yönetici bu onayı hile yoluyla elde ederse seçimi meşru olmaz.
Bu fikir güçlü olsa da Washington Üniversitesi'nde felsefe ve yönetim profesörü olan Michael Blake bu fikrin, modern seçimlerle çağdaş seçmenlerin karmaşıklığı ile uyuşmadığını düşünüyor.
Nitekim seçim kampanyaları, siyasi ideallerin dürüst bir tasvirini sunma iddiasında değil, aksine büyük ölçüde kasıtlı bir muğlaklık içeren retorik savaş biçimlerine, kişisel çıkar etrafında dönen hitabete daha yakın.
Seçmenler, bu bağlamın farkındadır ve herhangi bir adayın sunduğu hitabın, yalnızca çarpıtılmamış hakikat kaygısından doğduğunu nadiren düşünür.
Gereksiz bir yalan
Ancak Milletvekili George Santos'un yalanları görünüşe bakılırsa farklı bir memnuniyetsizlik ve kızgınlığa sebep oldu.
Bu onun durumunun, siyasi kampanyalar sırasında gerçekleşen aldatıcı faaliyetlerin alışıldık biçimlerinden farklı olduğuna işaret ediyor.
Nitekim seçmenler, kendilerine gereksiz yere yalan söylenmesini kabul etmedi.
Etkili siyasi yetkinin, aldatıcı yolların kullanımını içerebileceği gerçeği dikkate alındığında, seçmenler bazı durumlarda aldatıcı siyasi adayları kabul etmeye hazır olsa da Santos'un, ünlü bir voleybol takımında yıldız olduğuna dair sahte geçmişi gibi siyasetle doğrudan ilgisi olmayan konularda yalan söylemesi, sahtekâr kişiliğini tamamen ve haklı görülemeyecek şekilde ispatladı.
Ayrıca yalanı rutin olarak kullanma ve halkın cehaletinden faydalanmanın, kamuoyunu daha cahil hale getirmeye yardımcı olan bir şüphe atmosferi yaratmaya katkı sağladığı için, onun yararından çok zararına sebep olabileceğine dair bir örnek sundu.
İronik bir şekilde, dürüst olmayan siyasetçilerden hazzetmeyen aynı seçmenler, özellikle yalanlar önyargılarını pekiştirdiğinde, yalanları gerçeklerden ayırmayı umursamayarak yalanı ve hileyi düzenli olarak ödüllendiriyor.
Pek çok kimse de ABD büyüklüğünde, gücünde ve itibarındaki bir ülkede önemli pek çok siyasi karar, yalanın tek makbul ve normal siyaset olduğu bir sistemde mi alınmalı yoksa devam eden parti çekişmeleri ve ayrışmalarla dolup taşan Amerikan siyaset dünyasında cehaletin ve yalanların etkisini dizginleyebilecek alternatifler mi düşünülmeli, bunu sorguluyor.
IndependentTürkçe