Acıya duyarlılık, tıpkı göz ve saç rengi ve diğer özellikler gibi, ailelerde genetik özelliklerle de bağlantılı
Acı insan yaşamının sırlarından biri.
İnsan vücudunun bileşimi çok hassas ve hiç kimse bir anda acıdan kaçamaz.
Zira ağrısız bir hayat mümkün değil.
Acı, bireyleri duruma göre geçici ya da kronik olarak etkiler.
Ancak çoğu zaman sadece birkaç saat süren, hastalık geçince kişinin kısa sürede unutacağı bir hastalık ya da kronik bir ağrı olabilir.
Bir insanın bir gün sırt ağrısından, baş ağrısından, diş ağrısından, çizikten, yanıktan, kapı çarpmasından, düşmeden kurtulması günümüz hayatında mümkün değil.
Küçük acıların listesi sonsuz ve bunlar hayatımıza nüfuz eder.
Peki acı nedir?
Onun "eşiği" nedir?
Acıya diğerlerinden daha fazla tahammül edenler var mı?
Bunu hissetmemek ne zaman bir insanın hayatı için tehlike haline gelmez?
Acı algısı
Adil Sadık, "Psikolojik ve Organik Ağrı" adlı kitabında ağrıyı "vücudun belirli bir bölgesinden yayılan, görünür veya gizli bir duygu" olarak tanımlıyor ve şöyle diyor:
El, omuz, baş, mide, boğaz gibi deriden, kaslardan ya da iç kemiklerden yayılan bir his gibi, vücudun herhangi bir yerinden gelen acıyı algılayan da beyin. Yani bize acıyı hissettiren şey beyin ve eğer başı vücuttan ayırırsak kişi acı hissini kaybeder.
Sadık, açıklamalarına şöyle devam ediyor:
Acı, istenmeyen tepkilerin eşlik ettiği bir duygu. Acı deneyimi, bir acı deneyimi ve acı çekmek de psikolojik bir durum, dolayısıyla acı da psikolojik bir deneyim.
Sadık, "Elde açılan bir yarayı hayal edersek, bu yara basit, çıplak, hassas sinir uçlarını uyaracak. Bu sinir uçları tüm insan cildine yayılır ve acı hissini iletir veya hoş olmayan veya rahatsız edici bir tepkiyle sonuçlanan bir hissi iletir. Bu tepki dayanılmaz olabilir" diyor.
"Cildin her santimetre karesi bu çıplak sinirleri içerir ve cilt yaralanmaya maruz kaldığında bu uyarı, sinir uçlarını uyaran bir kimyasalın salgılanmasına neden olur" diyen Sadık, sözlerine şöyle devam ediyor:
Bu madde henüz bilinmiyor; belki potasyumdur, histamindir, ya da B maddesidir. Bu etki daha sonra omurilikteki duyu yollarına doğru yükselir ve thalamus olarak bilinen, ağrının algılandığı bölgeye ulaşana kadar yükselmeye devam eder.
Acı eşiği
Her insanın kendine ait bir acı eşiği var ve bu, kişiden kişiye değişen, hatta aynı kişide zamanla ve psikolojik ve sinir durumuna göre değişen subjektif bir olgu.
Acı eşiği, acıyı ortaya çıkarabilecek minimum uyarı yoğunluğu veya ağrının hissedilmeye başladığı nokta olarak bilinir.
Acıyı hissetmenin iki aşaması var; ilki yaralar veya baş ağrıları gibi biyolojik acılar.
Bu duyumlar beyne ulaşır ve ona bir sorun ya da yanlış bir şey olduğunu söyler.
İkinci aşama beynin acıya nasıl tepki vereceği.
Bireyin yaşadığı deneyimler ve olaylar, onun ağrıya tepkisinde ve duyarlılığında temel rol oynar. Beyin, duyulara göre ağrıyı azaltabilir veya artırabilir.
"Acı genleri" olarak adlandırılan genler, bazı insanların acıyı diğerlerinden daha fazla hissetmesinde de rol oynar.
Bazı araştırmalar, insanlar arasındaki acı duyusu farklılıklarının yaklaşık yüzde 60'ının kalıtsal genetik özelliklerden kaynaklandığını gösteriyor.
Bu, acıya duyarlılığın, tıpkı göz ve saç rengi ve diğer özellikler gibi, genetik özelliklerin kalıtımı yoluyla aile içinde kalıtsal olduğu anlamına gelir.
Dayanıklılık/dayanma gücü
Acıyı tolere etme yeteneği, fiziksel ve zihinsel duruma bağlı olarak kişiden kişiye değişir.
Önceki acı ve sert deneyimler, bu deneyimlerin yaşandığı ortam ve bunun sonucunda ortaya çıkan psikolojik, sosyal ve çevresel faktörler arasındaki karmaşık etkileşimler acıyı tolere etme yeteneğini etkiler.
Ayrıca depresyon ve anksiyete, sigara ve obezite gibi kişinin ağrıya karşı duyarlılığını artırır veya ağrı hissini şiddetlendirir.
Cinsiyet, bireyin dayanma yeteneğini belirler; kadınların ağrıya erkeklerden daha fazla dayandığı düşünülür.
Bu, onların tekrarlanan doğum sancılarına dayanma yetenekleriyle bağlantılı.
Ancak 2012 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Stanford Üniversitesi'ndeki araştırmacılar 11 bin vakayı inceledikten sonra kadınların ağrıyı daha yoğun hissetme eğiliminde olduklarını keşfettiler.
Kadınlar acı derecelendirme ölçeğinde erkeklerden daha yüksek puan alıyor.
Bu, 2009 yılında Florida Üniversitesi'nde yürütülen ve kadınların çoğu ağrı türüne karşı daha fazla hassasiyet gösterdiğini gösteren önceki bir çalışmayla benzer.
Erkeklerin acı eşiğinin kadınlardan daha yüksek olduğu sonucuna ulaşılan deneylerde bu durum erkeklerin vücudunun acıyı hafifletmek için "beta endorfin" hormonu gibi biyokimyasallar salgılamasına bağlandı.
Hissetmeden
Acı bazen insanın yeteneklerini aşarak kişiyi yaptığı işi bırakıp acıya dikkat etmeye zorlayabilse de acı insan vücudu için bir nimet.
Belirli genlerdeki mutasyonlar ve boşlukların varlığı sonucu konjenital malformasyonlara sahip kişilerin bulunduğunu öğrendiğinde kişinin varabileceği sonuç bu.
Çünkü böyle bir kişi hiçbir acıyı hissedemez hale gelir ve bu kişi, David LeBurton'un "Acı Deneyimi" adlı kitabında belirttiğine göre "hayatında sürekli tehdit altındadır. Çünkü vücudunun maruz kaldığı saldırıların farkında değildir ve bu saldırıların etkilerine dikkat etmez. Bu insanlar hiçbir şey hissetmeden yaralanıyor, vücudunda kırıklar oluyor, herhangi bir organı yanıyor ve bu insanlar erken ölüyor."
Cerrah Richard Celzette, ameliyat olan ve muayeneye geldiğinde hastanede yatan bir kadının hikayesini anlatıyor:
Doktor kadını tuvalette buldu ve kapının altından bir sıvı sızıyordu.
Daha sonra kadının elini göğsüne bastırmış halde yerde yattığını fark etti.
Gördükleri karşısında şok olan doktor kadına sordu ve kadın, 'Acı hissetmem mi gerekirdi ben hiçbir şey hissetmedim' dedi.
Bununla ilgili olarak LeBurton, şöyle diyor:
Acının paradoksu, bize hayatta olduğumuz hissini vermesi ve benlik ile dünya arasında sınırlar oluşturması gerçeğinde yatıyor. Birey, acının dokunduğu her yerde var ve eğer acı yoksa, kendisinin bir hiç olduğunu hissedebilir.
İllüzyon mu yoksa gerçek mi?
Paul Brand'i "Acının Hediyesi" adlı bir kitap yazmaya iten şey, acı hissetmeme deneyimi.
Brand, kitabında şöyle diyor:
Acıyı hissetmeyenleri tedavi ederek, acının çeşitliliğini takdir etmeye başladım.
Brand hayalet organ sendromundan da bahsetti. Birisi ampütasyon nedeniyle bacağını kaybettiğinde, hala bacağı varmış gibi onun acısını hisseder.
Ona göre "Her ne kadar doktorlar sinir tümörlerini kesseler de beyin, kayıp organla ilgili anı sistemini canlandırmaya çalışıyor."
Bu, Adil Sadık’ın şu sözleriyle bahsettiği şeye benziyor:
Acı yalnızca bir tepki olmayabilir, zira sinir uçları uyarılmadan veya bir acı kaynağı olmadan da acının varlığı söz konusu olabilir.
Sadık, şunu soruyor:
Duygularınız ve düşünceleriniz de acıdan etkilenmeden, yalnızca bedeninizde acı hissetmeniz mümkün mü?
Sadık, sorusuna şöyle cevap veriyor:
Acı yalnızca soyut duyusal bir olgu değil. Aksine, ona hoş ya da nahoş bir duygusal durumun eşlik etmesi gerekir, böylece her insan için anlam kazanır.
Sadık, açıklamalarına şöyle devam ediyor:
Her acının, duygularımızın giyip çıkardığı bir giysisi var ve onlar acımızı çeken, hareket ettiren ve bazen ortaya çıkaran şeyler. Duygularımız sinir uçlarını, duyu yollarını ve thalamusu kontrol eder, bunun tersi geçerli değildir. Başlangıç, vücudun ağrılı kısmından sinirlere ve ardından zihne doğru gidiyor gibi görünüyor. Ama gerçek yol zihinden bedene, vicdandan ya da düşünceden bedendeki acının gerçek ya da yanılsama kaynağına kadar gider.